BİYOMİMETİK
TEKNOLOJİ DOĞAYI TAKLİT EDİYOR
HARUN YAHYA
(ADNAN OKTAR)
YAZAR VE ESERLERİ
HAKKINDA
Harun Yahya müstear
ismini kullanan yazar Adnan Oktar, 1956 yılında Ankara'da doğdu. İlk, orta ve
lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. Daha sonra İstanbul Mimar Sinan
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve İstanbul Üniversitesi Felsefe
Bölümü'nde öğrenim gördü. 1980'li yıllardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi
konularda pek çok eser hazırladı. Bunların yanı sıra, yazarın evrimcilerin
sahtekarlıklarını, iddialarının geçersizliğini ve Darwinizm'in kanlı
ideolojilerle olan karanlık bağlantılarını ortaya koyan çok önemli eserleri
bulunmaktadır.
Harun Yahya'nın eserleri
yaklaşık 40.000 resmin yer aldığı toplam 55.000 sayfalık bir külliyattır ve bu
külliyat 73 farklı dile çevrilmiştir.
Yazarın müstear ismi,
inkarcı düşünceye karşı mücadele eden iki peygamberin hatıralarına hürmeten,
isimlerini yad etmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluşturulmuştur. Yazar
tarafından kitapların kapağında Resulullah (sav)'in mührünün kullanılmış
olmasının sembolik anlamı ise, kitapların içeriği ile ilgilidir. Bu mühür,
Kuran-ı Kerim'in Allah'ın son kitabı ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de
hatem-ül enbiya olmasını remzetmektedir. Yazar da, yayınladığı tüm çalışmalarında,
Kuran'ı ve Resulullah (sav)'in sünnetini kendine rehber edinmiştir. Bu suretle,
inkarcı düşünce sistemlerinin tüm temel iddialarını tek tek çürütmeyi ve dine
karşı yöneltilen itirazları tam olarak susturacak "son söz"ü
söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal sahibi olan Resulullah
(sav)'in mührü, bu son sözü söyleme niyetinin bir duası olarak kullanılmıştır.
Yazarın tüm
çalışmalarındaki ortak hedef, Kuran'ın tebliğini dünyaya ulaştırmak, böylelikle
insanları Allah'ın varlığı, birliği ve ahiret gibi temel imani konular üzerinde
düşünmeye sevk etmek ve inkarcı sistemlerin çürük temellerini ve sapkın
uygulamalarını gözler önüne sermektir.
Nitekim Harun Yahya'nın
eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna
Hersek'e, İspanya'dan Brezilya'ya, Malezya'dan İtalya'ya, Fransa'dan
Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyanın daha pek çok ülkesinde beğeniyle
okunmaktadır. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce,
Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca,
Bengoli, Sırpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullanılıyor), Hausa
(Afrika'da yaygın olarak kullanılıyor), Dhivehi (Maldivlerde kullanılıyor),
Danimarkaca ve İsveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt dışında geniş
bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmektedir.
Dünyanın dört bir
yanında olağanüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insanın iman etmesine,
pek çoğunun da imanında derinleşmesine vesile olmaktadır. Kitapları okuyan,
inceleyen her kişi, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlaşılır ve samimi
üslubun, akılcı ve ilmi yaklaşımın farkına varmaktadır. Bu eserler süratli etki
etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri
taşımaktadır. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düşünen insanların,
artık materyalist felsefeyi, ateizmi ve diğer sapkın görüş ve felsefelerin
hiçbirini samimi olarak savunabilmeleri mümkün değildir. Bundan sonra
savunsalar da ancak duygusal bir inatla savunacaklardır, çünkü fikri dayanakları
çürütülmüştür. Çağımızdaki tüm inkarcı akımlar, Harun Yahya Külliyatı
karşısında fikren mağlup olmuşlardır.
Kuşkusuz bu özellikler,
Kuran'ın hikmet ve anlatım çarpıcılığından kaynaklanmaktadır. Yazarın kendisi
bu eserlerden dolayı bir övünme içinde değildir, yalnızca Allah'ın hidayetine
vesile olmaya niyet etmiştir. Ayrıca bu eserlerin basımında ve yayınlanmasında
herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.
Bu gerçekler göz önünde
bulundurulduğunda, insanların görmediklerini görmelerini sağlayan,
hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmasını teşvik etmenin de, çok önemli
bir hizmet olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu değerli eserleri
tanıtmak yerine, insanların zihinlerini bulandıran, fikri karmaşa meydana
getiren, kuşku ve tereddütleri dağıtmada, imanı kurtarmada güçlü ve keskin bir
etkisi olmadığı genel tecrübe ile sabit olan kitapları yaymak ise, emek ve
zaman kaybına neden olacaktır. İmanı kurtarma amacından ziyade, yazarının edebi
gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyeceği açıktır. Bu
konuda kuşkusu olanlar varsa, Harun Yahya'nın eserlerinin tek amacının
dinsizliği çürütmek ve Kuran ahlakını yaymak olduğunu, bu hizmetteki etki,
başarı ve samimiyetin açıkça görüldüğünü okuyucuların genel kanaatinden
anlayabilirler.
Bilinmelidir ki, dünya
üzerindeki zulüm ve karmaşaların, Müslümanların çektikleri eziyetlerin temel
sebebi dinsizliğin fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulmanın yolu ise,
dinsizliğin fikren mağlup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konması ve Kuran
ahlakının, insanların kavrayıp yaşayabilecekleri şekilde anlatılmasıdır.
Dünyanın günden güne daha fazla içine çekilmek istendiği zulüm, fesat ve
kargaşa ortamı dikkate alındığında bu hizmetin elden geldiğince hızlı ve etkili
bir biçimde yapılması gerektiği açıktır. Aksi halde çok geç kalınabilir.
Bu önemli hizmette öncü
rolü üstlenmiş olan Harun Yahya Külliyatı, Allah'ın izniyle, 21. yüzyılda dünya
insanlarını Kuran'da tarif edilen huzur ve barışa, doğruluk ve adalete,
güzellik ve mutluluğa taşımaya bir vesile olacaktır.
Bu
kitapta kullanılan ayetler, Ali Bulaç'ın hazırladığı
"Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı" isimli mealden alınmıştır.
"Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı" isimli mealden alınmıştır.
Birinci
Baskı: Temmuz 2002
İkinci
Baskı: Ocak 2006
Üçüncü
Baskı: Şubat 2015
ARAŞTIRMA
YAYINCILIK
Kayışdağı
Mah. Değirmen sokak No: 3
Ataşehir
- İstanbul Tel: (0216) 660 00 59
Baskı: Express Basımevi
Deposite
İş Merkezi A6 Blok No: 309
İkitelli
OSB Küçükçekmece - İstanbul
Tel:
(0 212) 671 61 51
www.
harunyahya.org - www.harunyahya.net
www.
harunyahya.tv - www.a9.com.tr
OKUYUCUYA
l Bu
kitapta ve diğer çalışmalarımızda evrim teorisinin çöküşüne özel bir yer ayrılmasının
nedeni, bu teorinin her türlü din aleyhtarı felsefenin temelini oluşturmasıdır.
Yaratılışı ve dolayısıyla Allah'ın varlığını inkar eden Darwinizm, 150 yıldır
pek çok insanın imanını kaybetmesine ya da kuşkuya düşmesine neden olmuştur.
Dolayısıyla bu teorinin bir aldatmaca olduğunu gözler önüne sermek çok önemli
bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlarımıza ulaştırılabilmesi ise
zorunludur. Kimi okuyucularımız belki tek bir kitabımızı okuma imkanı
bulabilir. Bu nedenle her kitabımızda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayrılması
uygun görülmüştür.
l
Belirtilmesi gereken bir diğer husus, bu kitapların içeriği ile ilgilidir.
Yazarın tüm kitaplarında imani konular, Kuran ayetleri doğrultusunda anlatılmakta,
insanlar Allah'ın ayetlerini öğrenmeye ve yaşamaya davet edilmektedirler.
Allah'ın ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyanın aklında hiçbir şüphe veya
soru işareti bırakmayacak şekilde açıklanmaktadır.
l Bu
anlatım sırasında kullanılan samimi, sade ve akıcı üslup ise kitapların yediden
yetmişe herkes tarafından rahatça anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu etkili ve yalın
anlatım sayesinde, kitaplar "bir solukta okunan kitaplar" deyimine
tam olarak uymaktadır. Dini reddetme konusunda kesin bir tavır sergileyen
insanlar dahi, bu kitaplarda anlatılan gerçeklerden etkilenmekte ve anlatılanların
doğruluğunu inkar edememektedirler.
l Bu
kitap ve yazarın diğer eserleri, okuyucular tarafından bizzat okunabileceği gibi,
karşılıklı bir sohbet ortamı şeklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade
etmek isteyen bir grup okuyucunun kitapları bir arada okumaları, konuyla ilgili
kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmaları açısından yararlı
olacaktır.
l Bunun
yanında, sadece Allah'ın rızası için yazılmış olan bu kitapların tanınmasına ve
okunmasına katkıda bulunmak da büyük bir hizmet olacaktır. Çünkü yazarın tüm
kitaplarında ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini
anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitapların diğer insanlar tarafından
da okunmasının teşvik edilmesidir.
l
Kitapların arkasına yazarın diğer eserlerinin tanıtımlarının eklenmesinin ise
önemli sebepleri vardır. Bu sayede kitabı eline alan kişi, yukarıda söz ettiğimiz
özellikleri taşıyan ve okumaktan hoşlandığını umduğumuz bu kitapla aynı vasıflara
sahip daha birçok eser olduğunu görecektir. İmani ve siyasi konularda
yararlanabileceği zengin bir kaynak birikiminin bulunduğuna şahit olacaktır.
l Bu
eserlerde, diğer bazı eserlerde görülen, yazarın şahsi kanaatlerine, şüpheli
kaynaklara dayalı izahlara, mukaddesata karşı gereken adaba ve saygıya dikkat
edilmeyen üsluplara, burkuntu veren ümitsiz, şüpheci ve ye'se sürükleyen anlatımlara
rastlayamazsınız.
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ............................................................................................................ 11
1. BÖLÜM:
AKILLI MALZEMELER............................................................................... 18
AKILLI MALZEMELER............................................................................... 18
2. BÖLÜM:
BİTKİLERDEKİ TASARIMLAR VE BİYOMİMETİK................................... 40
BİTKİLERDEKİ TASARIMLAR VE BİYOMİMETİK................................... 40
3. BÖLÜM:
DOĞADAKİ VİTES KUTULARI VE JET MOTORLARI............................... 56
DOĞADAKİ VİTES KUTULARI VE JET MOTORLARI............................... 56
4. BÖLÜM:
DALGALARI VE TİTREŞİMLERİ KULLANMAK........................................ 64
DALGALARI VE TİTREŞİMLERİ KULLANMAK........................................ 64
5. BÖLÜM:
CANLILAR VE UÇUŞ TEKNOLOJİSİ........................................................... 80
CANLILAR VE UÇUŞ TEKNOLOJİSİ........................................................... 80
6. BÖLÜM:
HAYVANLARDAN ÖĞRENDİKLERİMİZ.................................................. 102
HAYVANLARDAN ÖĞRENDİKLERİMİZ.................................................. 102
7. BÖLÜM:
TEKNOLOJİDEN ÜSTÜN ORGANLAR...................................................... 124
TEKNOLOJİDEN ÜSTÜN ORGANLAR...................................................... 124
8. BÖLÜM:
BİYOMİMETİK VE MİMARİ...................................................................... 142
BİYOMİMETİK VE MİMARİ...................................................................... 142
9. BÖLÜM:
CANLILARI TAKLİT EDEN ROBOTLAR.................................................. 158
CANLILARI TAKLİT EDEN ROBOTLAR.................................................. 158
10. BÖLÜM:
DOĞADAKİ TEKNOLOJİ........................................................................... 176
DOĞADAKİ TEKNOLOJİ........................................................................... 176
EK BÖLÜM:
EVRİM YANILGISI..................................................................................... 196
EVRİM YANILGISI..................................................................................... 196
GİRİŞ
Çok kapsamlı
bir uçak maketi satın aldığınızı düşünün. Yüzlerce küçük parçadan oluşan bu
maketi yapmak için nasıl bir yol izlersiniz? Kuşkusuz bunun için yapacağınız
ilk şey, kutunun üzerindeki resimlere bakmak ve içindeki montaj bilgilerinden
faydalanmak olacaktır. Çünkü bir maketi yaparken montaj talimatlarını izlemek,
yapılacak işin süresini kısaltır, o maketin en hatasız ve mükemmel biçimde
yapılmasını sağlar.
Uçağın montajı ile ilgili bilginiz olmasa
da, eğer elinizde benzer bir model varsa maketi yine yapabilirsiniz. Çünkü daha
evvel gördüğünüz uçak modelinin tasarımı, onun benzerinin yapımında size önemli
bir rehber olacaktır. Aynı mantıkta, doğada var olan kusursuz bir tasarımı
örnek almak da, benzer işlevlere sahip bir teknolojik aygıtın tasarım ve montajının
en kısa yoldan ve en mükemmel biçimde gerçekleştirilmesini sağlar. Bunun
bilincinde olan pek çok bilim adamı ve araştırma-geliştirme (ARGE) uzmanı da
yapacakları her yeni çalışmadan önce, bunun canlılardaki örneklerini
araştırmakta, bunlardaki sistem ve tasarımları örnek alarak onları taklit
etmektedirler. Diğer bir deyişle bilim adamları, Allah'ın doğada yarattığı
canlıları incelemekte ve bunlardan yararlanarak yeni teknolojiler
geliştirmektedirler.
Bu yönelim yeni bir bilim dalı
doğurmuştur: "Biyomimetik". 'Doğadaki canlılardan taklit' anlamına
gelen ve özellikle son dönemlerde teknoloji dünyasında adından sıkça söz edilen
bu bilim dalı, insanlara önemli ufuklar açmıştır.
Canlılarda bulunan sistemlerin yapısını
taklit etme bilimi olarak bilinen biyomimetiğin ortaya çıkışı, bugün evrim
teorisini savunan bilim adamları için de çok büyük bir hezimet olmuştur. Çünkü,
evrim basamağının en gelişmiş canlısı olarak kabul ettikleri insanın sözde
kendinden daha ilkel olması gereken canlıları taklit etmeye çalışması, onlardan
ilham alması evrimciler açısından kabul edilemez bir durumdur.
İlkel
sayılan canlıların özellikleri daha gelişmiş olanlar tarafından örnek alınıyorsa bu, gelecekte var olacak
teknolojilerin büyük bir bölümünün, bu sözde ilkel canlıların tasarımları
üzerine kurulu olması demektir. Bu ise, çevrelerine uyum sağlayamayan ilkel
canlıların yok olup kalanların geliştiğini savunan evrim teorisinin mantığına
tamamen ters bir durumdur.
Evrim
teorisini savunanları kısır bir döngüye sokan bu bilim dalı, gün geçtikçe
gelişmekte ve teknoloji dünyasına hakim olmaktadır. Bu doğrultuda
"biyomimikri" olarak isimlendirilen ve "canlıların
davranışlarını taklit etme bilimi" anlamına gelen yeni bir bilim dalı daha
ortaya çıkmıştır.
Bu kitapta
biyomimetik ve biyomimikrinin doğada mevcut olan kusursuz sistemleri örnek
alarak katettiği gelişmeler ele alınmaktadır. Daha önce pek dikkat çekmemiş,
ancak canlılığın yaratılmasından bu yana doğada var olan benzersiz tasarımlar
incelenmektedir. Aynı zamanda, evrim teorisini savunanlara söyleyecek tek bir
söz dahi bırakmayan doğadaki akıl dolu mekanizmaların hepsinin alemlerin Rabbi
olan Allah'ın örneksiz yaratmasının eseri olduğu anlatılmaktadır.
AKILLI
TASARIM YANİ YARATILIŞ
Allah'ın yaratmak için tasarım yapmaya
ihtiyacı yoktur
'Tasarım'
ifadesinin doğru anlaşılması önemlidir. Allah'ın kusursuz bir tasarım yaratmış
olması, Rabbimiz’in önce plan yaptığı daha sonra yarattığı anlamına gelmez.
Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah’ın yaratmak için
herhangi bir 'tasarım' yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah'ın tasarlaması ve
yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir.
Allah'ın,
bir şeyin ya da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için yalnızca
"Ol!" demesi yeterlidir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca:
"Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin)
yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen
oluverir. (Bakara Suresi, 117)
BİYOMİMETİK
NEDİR?
Gerek
biyomimetik, gerekse biyomimikri doğadaki modelleri inceleyen, sonra da bu
tasarımları taklit ederek veya bunlardan ilham alarak insanların problemlerine
çözüm getirmeyi amaçlayan yeni bilim dallarıdır.
Biyomimetik,
insanların doğada bulunan sistemleri taklit ederek yaptıkları maddelerin,
aletlerin, mekanizma ve sistemlerin tümünü ifade eden bir terimdir. Doğadaki
tasarımlar örnek alınarak yapılan aletlere, özellikle nanoteknoloji,1
robot teknolojisi, yapay zeka (AI), tıbbi endüstri ve askeri donanım gibi
alanlarda kullanılmak için gerek duyulmaktadır.
Biyomimikri,
ilk defa Montanalı bir yazar ve bilim gözlemcisi olan Janine M. Benyus
tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. Türkçe karşılığı
"biyotaklit" olan bu kavram, daha sonra pek çok kişi tarafından
yorumlanmış ve uygulamaya geçirilmiştir. Biyomimikri hakkında yapılan
yorumlardan biri şöyledir:
Biyomimikrinin
ana teması doğadan model, ölçü ve akıl olarak öğrenecek çok şeyimiz olduğudur.
Bu araştırmacıların ortak noktası, doğadaki tasarıma saygı göstermeleri ve
insanların karşılaştıkları problemlerin çözümünde bunları kullanarak ilham
almalarıdır.2
Ürün
kalitesini ve verimini artırmada doğadan faydalanan şirketlerden biri olan
Interface'in ürün stratejisti David Oakley de biyotaklit konusunda şunları
söyler:
Doğa,
benim iş ve tasarım konularında akıl hocam, yaşam tarzım için bir model.
Doğanın sistemi milyonlarca senedir çalışıyor… Biyotaklit, doğadan öğrenmenin
bir yoludur.3
Nitekim
bilim adamları hızla yaygınlaşan bu fikri benimsemişler, önlerindeki benzersiz
ve kusursuz modelleri örnek alarak çalışmalarına hız kazandırmışlardır.
Özellikle endüstri alanında doğadaki gibi uygun hammaddeler ve ekonomik
sistemler geliştirmeyi amaçlayan bilim adamları ve araştırmacılar, şimdi el
birliğiyle doğayı nasıl taklit edeceklerinin yollarını araştırmaktadırlar.
Doğadaki
tasarımlar en az malzeme ve enerji ile en fazla verim almaları, kendi
kendilerini onarma özellikleri, geri-dönüşümlü ve doğa-dostu olmaları, sessiz
çalışmaları, estetik, dayanıklı ve uzun ömürlü olmaları bakımından teknolojik
çalışmalara örnek teşkil ederler. High Country News adlı bir gazetede
biyomimetik bilimsel bir hareket olarak tanımlanmış ve şöyle bir yorum
yapılmıştır:
Doğal
sistemleri model alarak, bugün kullandığımızdan çok daha uzun süreli
teknolojiler oluşturabiliriz.4
Biomimicry adlı kitabın yazarı Janine M.
Benyus ise, doğada gördüğü mükemmellikler üzerinde düşünerek, doğadaki
modellerin taklit edilmesi gerektiğine inanmıştır. Onu böyle bir yaklaşımı
savunmaya yönelten örneklerden bazıları şunlardır:
· Arı kuşlarının 10 gramdan daha az
bir yakıtla Meksika Körfezi'ni geçebilmeleri,
· Yusufçukların en iyi
helikopterlerden bile daha iyi manevra yapabilmeleri,
· Termit kulelerinde bulunan
iklimlendirme ve havalandırma sistemlerinin, donanım ve enerji sarfiyatı
bakımından insanların yaptıklarından çok daha üstün olmaları,
· Yarasanın çok-frekanslı
ileticisinin, insanların yaptığı radarlardan daha verimli ve duyarlı çalışması,
· Işık saçan alglerin vücut
fenerlerini aydınlatmak için çeşitli kimyasalları biraraya getirmeleri,
· Kutup balıkları ve kurbağaların
donduktan sonra yeniden hayata dönmeleri ve organlarının buz nedeniyle hasara
uğramaması,
· Bukalemunun ve mürekkep balığının,
bulundukları ortamla tam bir uyum içinde olacakları şekilde derilerinin
renklerini, desenlerini anında değiştirmeleri,
· Arıların, kaplumbağaların ve
kuşların haritaları olmadan uzun mesafeli yolculuklarb yapabilmeleri,
· Balinaların ve penguenlerin oksijen
tüpü kullanmadan dalmaları,
· DNA sarmalının bilgi depolama
kapasitesi,
· Yaprakların fotosentez işlemi ile,
yılda 300 milyar ton şeker üretimi yaparak dünyanın en büyük kimyasal işlemini
gerçekleştirmesi...
Yukarıda
sadece birkaç örneğine yer verdiğimiz doğadaki hayranlık uyandıran bu gibi
mekanizma ve tasarımlar, teknolojinin birçok alanını zenginleştirme
potansiyeline sahiptir. Bilgi birikimimizin artması ve teknolojik imkanların
gelişmesi ile birlikte bu potansiyel her geçen gün daha da ortaya çıkmaktadır.
Örneğin
19. yüzyılda doğanın taklidi sadece estetik açıdan uygulama sahasına sahipti.
Dönemin ressam ve mimarları doğadaki güzelliklerden etkilenmiş, yaptıkları
eserlerde bu yapıların dış görünüşlerini örnek almışlardı. Ama doğadaki
tasarımların olağanüstülüğünün ve bunların taklidinin insanlar için fayda
sağlayacağının anlaşılması, ancak doğal mekanizmaların moleküler seviyede
incelenmesiyle başlamıştır. Çünkü doğadaki kusursuz düzen, detaya inildikçe
daha da şaşırtıcı bir boyut kazanmaktadır.
Biyomimetikle
ortaya çıkan malzeme ve aletler gelecekte de kullanılabilecek yapıdadır: Yeni
solar hücreler, gelişmiş robotlar ve uzay gemilerinin malzemeleri gibi... Bu
bakımdan doğadaki tasarımlar çok ileri bir teknolojiye ufuk açmaktadır.
Biyomimetik
Hayatımızı Hangi Doğrultuda Değiştirecek?
Doğadaki
mükemmel tasarımlar Rabbimiz'in bize verdiği çok büyük nimetlerdir. Bu
tasarımları taklit etmek ve örnek olarak almak ise insanoğlunu sürekli iyiye,
doğruya yöneltecek bir devrimdir. Ne var ki bilim dünyası doğadaki tasarımların
çok büyük bir kaynak oluşturduğunu ve günlük hayata geçirilmesi gerektiğini,
ancak son birkaç yıl içerisinde fark edebilmiştir.
Bilim
otoritesi olarak kabul edilen pek çok yayın organı da doğadaki üstün yapıların
içerdiği tasarımların insanlara yol göstermesi açısından çok büyük bir kaynak
olduğunu kabul etmektedir. Örneğin Nature dergisi bu gerçeği şöyle ifade
eder:
Doğadaki
mekanizmalar üzerinde yapılan çalışmalar göstermektedir ki, filden proteine
kadar pek çok yapı, tasarımcılar ve mühendisler için zengin bir fikir havuzu
oluşturmaktadır. Üstelik bu havuzun derinliğini artırma potansiyeli de çok
yüksektir.5
Şüphesiz
bu kaynağı doğru yönde kullanmak ve teknolojiye geçirmek, insanoğlunu çok hızlı
bir gelişim sürecine sokacaktır. Biyomimetik dalında uzman olarak gösterilen
Janine M. Benyus da, doğayı taklit ettiğimiz takdirde yiyecek ve enerji
üretimi, bilgi depolama, sağlık gibi birçok alanda kendimizi rahatlıkla
geliştirebileceğimizi belirtmiştir. Janine Benyus, yapraklardan esinlenilerek
yapılan ve Güneş Sistemi ile çalışan mekanizmaları, hücreler gibi sinyal veren
bilgisayarların üretimini, sedeften taklit edilerek yapılan kırılmaya dayanıklı
seramikleri bu gelişime örnek olarak vermiştir.6
Görüldüğü
gibi, biyomimetik devrimi günlük hayatımızı ve yaşamımızı derinden etkileyecek,
insanların daha rahat ve konforlu yaşamasını sağlayacaktır.
Bugün
görmekteyiz ki gelişen teknoloji yaratılış mucizelerini tek tek keşfetmekte ve
"biyomimetik" biliminde olduğu gibi canlılardaki olağanüstü
tasarımları örnek alarak insanlığa hizmet etmektedir. Bu konuların ele alındığı
pek çok bilimsel makaleden birkaç tanesinin başlıklarını şöyle sıralayabiliriz:
l Yaşamın Muhteşem Tasarımlarından
Örnek Almak7
l Biyomimetik Daha İyi Bir Dünya Vaad
Ediyor8
l Bilim Doğayı Taklit Ediyor9
l
Doğadaki Tasarımlardan Öğrenmek10
l
Hayatın Tasarımdaki Dersleri11
l
Biyomimikri: Gözümüzün Önünde Gizlenen Sırlar12
l
Biyomimikri: Doğanın İlham Verdiği Buluşlar13
l Biyomimikri: Bizi Çevreleyen Üstün Yetenek14
l
Biyomimetik: Doğadan İyi Dizaynlar Çıkarmak15
l
Biyomimetik: Doğadaki Tasarımlardan Malzemeler Meydana Getirmek16
l
Mühendisler Tasarım için Doğadan Örnek Alıyorlar17
Bu makaleler okunduğunda da görülmektedir
ki, bilimsel araştırmaların sonuçları Allah'ın varlığının delillerini tekrar
tekrar göstermektedir.
1. BÖLÜM
AKILLI MALZEMELER
Bugün doğadaki malzemelerin yapısını
inceleyerek bunları çalışmalarında örnek olarak kullanan pek çok bilim adamı
vardır. Çünkü doğadaki materyaller ihtiyaç duyulan sağlamlık, hafiflik,
esneklik gibi özelliklere sahiptir. Örneğin "Abalone" adı verilen bir
deniz canlısının iç kabuğu, yüksek teknolojiyle üretilen seramiklerden iki kat
daha dayanıklıdır; örümceğin ipeği çelikten beş kat daha sağlamdır; midyedeki
yapışkan ise suyun altında dahi etkisini koruyabilmektedir.18
Bilim
ve Teknik Dergisi
araştırma ve yazı grubunun bir üyesi olan Gülgün Akbaba, doğadaki malzemelerin
üstün özelliklerinden ve insanların bunlardan nasıl yararlanacağından şöyle
bahseder:
Geleneksel seramik ve cam malzemeler,
hemen her gün kendini yenileyen teknolojiye ayak uyduramaz hale geldi. Bilim
adamları bu boşluğu doldurabilmek için çalışmalar yapıyorlar. Doğadaki
yapıların mimari sırları yavaş yavaş çözülmeye başlandı… Tıpkı doğadaki bir
midye kabuğunun kendi kendini yenilemesi ya da yara almış bir köpek balığının
derisinde gerçekleşen onarım gibi, teknolojilerde kullanılan malzemeler de
kendi kendini yenileyebilecek. Daha sert, sağlam, dayanıklı, üstün fiziksel,
mekanik, kimyasal ve elektromanyetik özelliklere sahip olan bu malzemeler, örneğin
uzay araştırmalarında roket, uzay mekiği, uydu taşıyıcıları gibi araçların
atmosfer giriş ve çıkışlarında gereksinim duyulan yüksek sıcaklıklara
dayanıklılık ve hafiflik özelliklerini taşıyor. Kıtalararası ulaşım için
geliştirilmesi planlanan süpersonik dev yolcu uçakları çalışmalarında da
ağırlıkça hafif ve yüksek sıcaklıklara dayanıklı malzemeler gerekiyor. Tıpta
örneğin yapay kemik üretiminde gereksinim duyulansa, süngerimsi görünüşü, sert
yapısıyla dokusu doğala olabildiğince yakın malzemeler.19
Seramik,
inşaattan elektrik malzemelerine kadar geniş kullanım alanı olan bir
malzemedir. Ne var ki bu malzeme üretilirken çoğu zaman 1000-1500 oC'den
daha fazla sıcaklıklara ulaşan bir ısının kullanılması gerekir.
Doğada
birçok seramik malzeme vardır. Ancak bunların oluşumu sırasında hiçbir zaman
böyle yüksek sıcaklıklar kullanılmaz. Örneğin midye kabuğu 4oC'de ve
en mükemmel biçimde oluşmaktadır. Doğadaki bu üstün yaratılış örneği bir Türk
bilim adamı olan İlhan Aksay'ın dikkatini çekmiş ve kendisi daha iyi, sağlıklı,
kullanışlı, işlevsel seramiklerin nasıl üretileceği konusuna yönelmiştir. Bazı
deniz hayvanlarının kabuklarının iç yapılarını inceleyen Aksay, Abalone
adlı deniz canlısının kabuğundaki yapının olağanüstülüğünü hemen fark etmiştir.
Aksay konuyla ilgili şunları söyler:
Midye
kabuğu elektron mikroskobu altında 300.000 kez büyütüldüğünde, tuğladan bir
duvar görünümü ortaya çıkar. Bu duvar, harç niteliğindeki bir proteinden ve
kalsiyum karbonattan yapılmış tuğlalardan oluşur. Kalsiyum karbonat kırılgan
bir niteliğe sahip olmasına karşın, kabuk katmanlı yapısından dolayı olağanüstü
sağlam ve insan yapımı seramikten daha az kırılgandır. Bir halatın sadece bir
ipi koptuğunda bütün halat kopmuş olmaz. İşte buna benzer şekilde midye
kabuğunun bu katmanlı yapısı çatlakların yayılmasına engel olur.20
Aksay, bu
modellerden esinlenerek son derece sert ve dayanıklı alüminyum-bor karbür
metal- seramik bir malzeme
geliştirmiştir. Bu malzeme, ABD'de ordunun çeşitli laboratuvarlarında
denendikten sonra tanklarda zırh olarak kullanılmıştır.21
Bugün bilim adamları biyomimetik
malzemelerin üretilmesi için mikroskobik boyutlarda incelemeler yapmaktadır. Bu
bilim adamlarından biri olan Prof. Aksay da, kemik ve diş türü
biyoseramiklerin, vücut sıcaklığında, protein gibi organik maddelerin
birleştirilmesiyle oluştuğunu ve bunların insan üretimi seramiklerden çok daha
üstün nitelikler gösterdiğini açıklamıştır. Aksay'ın çalışmaları, yani doğadaki
üstün niteliklerin nanometre (milimetrenin milyonda biri) boyutlarındaki birleştirmeden
kaynaklanmış olduğu tezi, bu boyutlarda araç üretmeyi amaçlayan birçok
elektronik şirketini biyoesinli malzeme (biyolojik malzemelerden esinlenilerek
hazırlanan insan yapısı malzemeler) araştırmalarına yöneltmiştir.22
Endüstride
kullanılan pek çok madde zararlı kimyasalların bulunduğu, yüksek ısı ve basınç
gerektiren ortamlarda üretilirler. Halbuki doğadaki materyaller "yaşam
dostu" olarak ifade edebileceğimiz zararsız koşullarda -örneğin su bazlı
solüsyonlarda, oda sıcaklığında- üretilirler. Bu da kuşkusuz, bilim adamları
için son derece önemli bir avantaj sağlar.23
Sentetik elmas üreticileri, metal alaşım
tasarımcıları, polimer bilimcileri, fiber optik uzmanları, ince seramik
üreticileri ve yarı-iletken malzeme geliştirenler en pratik yol olarak
biyomimetik yöntemlerine başvurmaktadırlar. Çünkü her yönden ihtiyaçlarına
cevap veren doğadaki malzemeler, aynı zamanda çok geniş bir çeşitliliğe de
sahiptir. Dolayısıyla çeşitli dallarda araştırma yapan uzmanlar, kurşun
geçirmez yeleklerden jet motorlarına kadar pek çok konuda, doğada bulunan üstün
özelliklerdeki malzemeleri suni yollardan elde edebilmek için orijinallerini
taklit etmeye başlamışlardır.
İnsanların
yaptığı malzemeler bir süre sonra çatlar, kırılır. Bu durumda dışarıdan bir
müdahaleyle, örneğin yapıştırmayla malzeme onarılır. Oysa doğadaki durum
farklıdır. Midye kabuğu gibi doğadaki bazı malzemeler kendi kendilerini
yenileyebilirler. Bilim adamları da son dönemde kendini yenileyebilen
polimerler, polisiklatlar vb. malzemeler üzerinde çalışmalara yönelmişlerdir.
Sağlam ve kendi kendini onarabilen biyoesinli malzeme geliştirmek için örnek
alınan doğal malzemelerden birisi de gergedan boynuzudur. Bu araştırmalar, 21.
yüzyılın malzeme biliminde üzerinde çalışılacak konulara temel olacaktır.24
Kompozitler
Birbirine
karışmayan iki veya daha fazla katının bileşimiyle oluşan katı malzemelere
"kompozit malzeme" denir.25 Doğadaki malzemelerin çoğu
"kompozit" olarak adlandırılan bileşik yapılı maddelerden oluşur. Bu
karışımın özelliği, kendini oluşturan maddelerin özelliklerinden çok daha
üstündür.
Örneğin
fiberglas yapay bir kompozittir ve gemi gövdesi, olta değneği, yay ve ok gibi
birçok spor malzemesinin yapımında kullanılır. Fiberglas, "polimer"
adı verilen jölemsi plastik bir maddenin içine karıştırılan cam liflerinden
elde edilir. Polimerin sertleşmesi sonucunda oluşan kompozit malzeme hafif,
sağlam ve aynı zamanda esnektir. Karışımda kullanılan liflerin ya da plastik
maddenin nitelikleri değiştirilecek olursa, kompozit malzemenin özellikleri de
değişir.26
İnsanların
ürettiği kompozitler, doğal kompozitlerden çok daha zayıf ve ilkel kalmaktadır.
Grafit ve karbon liflerden oluşan kompozitler son 25 yılda insanoğlunun
gerçekleştirdiği en iyi 10 mühendislik keşfi içinde yer almaktadır. Bununla beraber
yeni uçaklar, uzay mekiği parçaları, spor malzemeleri, Formula-1 yarış
arabaları ve yelkenliler için hafif yapıda kompozit malzemeler tasarlanmakta ve
yeni buluşlar hızla ilerlemektedir.
Burada
kısaca değindiğimiz kompozit malzemeler de doğadaki tüm olağanüstü yapı,
malzeme ve sistemler gibi Allah'ın eşsiz yaratma sanatının birer örneğidir.
Yaratılıştaki bu benzersizlik ve mükemmelliğe birçok Kuran ayetinde de dikkat
çekilmiştir. Allah, benzersiz yaratmasının bir sonucu olarak, insanlara verdiği
her türlü nimetin sayısının sayılamayacak kadar fazla olduğunu bir ayette şöyle
bildirmiştir:
Eğer Allah'ın
nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile
sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)
Timsah
Derisindeki Fiberglas Tekniği
Fiberglas
tekniği, teknolojide 20. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bu malzeme
canlılarda, var oldukları ilk günden beri mevcuttur.
Örneğin timsahın derisi fiberglasla aynı yapıda bir malzemedir.
Bilim
adamları okun, bıçağın ve hatta bazen kurşunların bile işlemediği timsah
derisinin neden bu kadar sağlam olduğunu yakın bir zamana kadar bilmiyorlardı.
Konuyla ilgili yapılan araştırmalar çok ilginç sonuçlar vermiştir: Timsahın
sırt derisinde özel bir doku bulunmaktadır. Bu dokuya sağlamlığını veren
malzeme, içinde kullanılan kolajen proteini lifleridir. Bu liflerin özelliği
ise dokuların içerisine eklenerek dokunun yapısını güçlendirmeleridir. Kuşkusuz
bu malzeme (kolajen) bunca ayrıntıya ve özelliğe evrimcilerin iddia ettikleri
gibi uzun yıllar içerisinde birbirini takip eden tesadüfler sonucunda sahip
olmamıştır. Bu madde, yeryüzünde daha ilk olarak ortaya çıktığında sahip olduğu
mükemmel özelliklerle birlikte yaratılmıştır.
Kaslardaki Çelik Halat Teknolojisi
Doğal
kompozitlere başka bir örnek olarak kasları kemiklere bağlayan dokuları yani
"tendon"ları verebiliriz. Tendonlar, kendilerini oluşturan kolajen
bazlı lifler sayesinde son derece sert bir yapı kazanırlar. Bu liflerin bir
başka özelliği ise birbirlerine örülme şekilleridir.
ABD
Rutgers Üniversitesi öğretim üyelerinden Janine M. Benyus, Biomimicry
adlı kitabında, kaslarımızdaki tendonların çok özel bir yöntemle inşa
edildiğini söyleyerek bu konudaki tespitlerini şöyle ifade etmiştir:
Dirsekle
bileğiniz arasındaki tendon, asma bir köprüyü taşıyan halatlarda olduğu gibi,
birbirine dolanmış kablo demetlerinden oluşur. Her bir kablo demeti ise, kendi
içinde daha ince kabloların birbirine dolanmasından oluşmuştur. Bu daha ince
kablolar da, birbirine dolanmış molekül demetlerinden meydana gelir. Hatta moleküllerdeki atomlar bile sarmal bir yapı halinde
dururlar.27
Nitekim
günümüz asma köprülerinde kullanılan çelik halat teknolojisi, insan vücudundaki
tendonların yapısı örnek alınarak geliştirilmiştir. Tendonların bu benzersiz
tasarımı, Allah'ın üstün sanatının ve sonsuz ilminin apaçık delillerinden
sadece birisidir.
Çok Amaçlı
Kullanılabilen Balina Yağı
Yunus ve
balinaların vücutları yağ tabakası ile kaplıdır. Bu tabaka balinalara nefes
almaları için yüzeye çıkabilmelerini sağlayan doğal bir şamandıra görevi görür.
Aynı zamanda bu sıcakkanlı memeliyi okyanusun soğuk sularından korur. Balina
yağının bir başka özelliği ise şeker ve proteine nazaran iki ile üç kat daha
fazla enerji vermesidir. Balina, binlerce kilometre yol katettiği ve yeteri
kadar beslenemediği uzun göçlerde ihtiyaç duyduğu enerjiyi vücudundaki bu
yağdan temin eder.
Bunun yanı
sıra balina yağı lastik gibi esnek bir malzemeden oluşur. Balina kuyruğunu suya
her vurduğunda kuyruğu önce sıkışır, sonra genleşerek
eski halini alır. İşte bu özellik balinaya hem ekstra bir hız kazandırır hem de
uzun yolculuklarda %20 enerji tasarrufu sağlar.28 Balina yağı tüm bu
özelliklerinden ötürü, bilinen en çok fonksiyona sahip malzeme olarak kabul
edilmektedir.
Balina
yağı balinalarda yüzyıllardır var olan bir maddedir. Ancak bu yağın bir ağ gibi
birbirine geçen kolajen liflerden oluştuğu yakın bir zamanda
keşfedilebilmiştir. Bilim adamları bu yağ-kompozit karışımının işlevlerini
anlamak için halen çalışmalar yapmaktadırlar. Şu ana kadar edindikleri bilgiler
bile, sentetik malzeme üretiminde son derece faydalı olmuştur.
Sedefin
Hasarı Azaltan Özel Yapısı
Jet
motorlarındaki güçlü pervanelerin yapımında kullanılacak malzemenin
geliştirilmesinde, inciyi oluşturan sedefin yapısı taklit edilmektedir. Pek çok
yumuşakçanın kabuğunun iç katmanındaki sedefin %95'i tebeşirdir; fakat sedef
kompozit yapısı sayesinde tebeşirden 3.000 kat daha dayanıklıdır. Bu yapı
incelendiğinde 8 mikron (1 mikron=10-6 metre) eninde ve 0,5 mikron
kalınlığındaki mikroskobik plakaların tabakalar şeklinde dizildiği görülür. Bu
plakalar kalsiyum karbonatın yoğun ve kristal gibi parlak bir şeklidir. Fakat
bu plakaların birleştirilmesi ipek benzeri yapışkanlı bir protein sayesinde
mümkün olmaktadır.29
Bu
kombinasyon iki yönlü bir sertlik sağlar. Öncelikle sedef üzerine ağır bir yük
konulduğunda oluşan kırıklar, ince tabakalar boyunca ilerler fakat protein
tabakalarını geçmeye çalışırken yön değiştirirler. Bu, uygulanan kuvveti
dağıtır ve böylece kırılma durdurulmuş olur. İkinci bir güçlendirici faktör de,
bir kırık oluşunca, protein tabakalarının kırıklar boyunca
gerilmesidir. Bu gerilim sayesinde kırılmayı devam ettirecek olan enerji
emilmiş olur.30
İşte sedefin hasarı azaltan bu özel
yapısı, pek çok bilim adamı için de araştırma konusu olmuştur. Doğadaki
malzemelerin böylesine akılcı yöntemlerle dayanıklılık kazanmış olması,
kuşkusuz, üstün bir yaratılışı göstermektedir. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi
Allah bizlere apaçık varlığının ve yaratmasındaki üstün güç ve kudretinin
delillerini sonsuz ilmi ve aklıyla göstermektedir. Bir ayette Allah şöyle
buyurmaktadır:
Göklerde ve
yerde her ne varsa O'nundur. Şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan
(Gani)dır, övülmeye layık olandır. (Hac Suresi, 64)
Ağacın
Sertliği Dizaynında Saklı
Bitkisel
kompozitler diğer canlılardakinden farklı olarak, kolajenden çok
"selüloz" adı verilen bir maddeden oluşurlar. Ağacın sert ve
dayanıklı yapısı, ürettiği bu selüloz lifler sayesinde oluşur. Çünkü selüloz,
sert ve suda çözünemeyen bir maddedir. İşte tahtanın inşaatlarda kullanılmasını
avantajlı kılan da selülozun bu özelliğidir.
"Gerilebilen ve örneği bulunmayan" bir malzeme olarak tanımlanan
selüloz, tahta binaların asırlarca ayakta durmasında, binaların, köprülerin, mobilyaların
ve pek çok aletin yapımında diğer tüm malzemelerden daha fazla
kullanılmaktadır.
Tahta,
düşük hızdaki darbelerin enerjisini emerek, oluşan hasarı belirli bir yerde
sınırlandıran çok etkili bir maddedir. Özellikle de darbenin tahtanın
damarlarına dik açıyla geldiğinde oluşan hasarın azaltılmasında çok daha iyi
sonuçlar elde edilir. Yapılan araştırmalarda tahta cinsleri arasında da
dayanıklılık bakımdan farklılıklar tespit edilmiştir. Bu konudaki belirleyici
faktörlerden ilki yoğunluktur. Daha yoğun olan tahtalar darbe sırasında daha
fazla enerji emerler. Damarların sayısı, boyutu ve dağılımı da tahtaya
uygulanan darbenin deformasyonunun azaltılmasında etkili olan faktörlerdir.32
İkinci
Dünya Savaşı'nın "Mosquito"ları -şimdiye kadarki en çok hasar tolere
edebilen uçaklar- hafif balsa tahtasının daha yoğun olan kontrplak tabakaları arasında
sıkıştırılmasından yapılıyordu. Tahtanın sertliği, ona
çok güvenli bir malzeme niteliği kazandırır. Tahta kırılırken çatlamaları
izleyebileceğiniz kadar yavaş bir kırılma gerçekleşir ve bu özellik tedbir
alınması için vakit kazandırmış olur.33
Tahta, uç
uca eklenmiş uzun, oyuk hücrelerin oluşturdukları paralel kolonlardan
oluşmuştur. Çevrelerinde ise spiraller halinde selüloz lifler sarılıdır. Ayrıca
bu hücreler kompleks polimer yapıda reçineden yapılmış bir madde içindedir.
Spiral olarak sarılmış bu tabakalar hücre duvarının toplam kalınlığının %80'ini
oluşturur ve ana yükü çeken bileşen de bu kısımdır. Bir tahta hücresi içe
çöktüğünde, kendisini çevreleyen hücrelerden koparak darbenin enerjisini emer.
Çöküntüler lifler boyunca uzun bir çatlak oluşturdukları halde tahta bozulmadan
kalır. Tahta, kırık bile olsa belli bir miktardaki yükü taşıyabilecek güçtedir.
Tahtanın tasarımı taklit edilerek yapılan bir materyal, günümüzde kullanılan
diğer sentetik materyallerden 50 kat daha fazla
dayanıklılık göstermiştir.34
Tahtanın
bu dizaynı günümüzde de, mermi ve bomba gibi yüksek hızlı ve tahribatı güçlü
parçalara karşı koruma sağlamak için geliştirilen maddelerde taklit edilmektedir.
Buraya
kadar verilen birkaç örnekte de görüldüğü gibi, doğadaki malzemeler, son derece
üstün tasarımlara sahiptir. Bir sedefin ya da bir tahtanın böylesine dayanıklı
olması, özel yapılarının bulunması tesadüf eseri değildir. Açıkça görülmektedir
ki, söz konusu malzemelerde üstün bir tasarım vardır. Her detay –katmanların
inceliği, sıklığı, damarların sayısı, dizilimi vs.- bu dayanıklılığı sağlamak
üzere özel olarak planlanmış ve kusursuz bir düzenle yaratılmıştır. Allah, bir
Kuran ayetinde etrafımızda bulunan herşeyi Kendisinin yarattığını şöyle
bildirir:
Göklerde ve
yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi, 126)
Örümceklerin
İpeği Çelikten Daha Sağlam
Doğada pek
çok böcek ipek üretir ama örümceğin ürettiği ipek diğerleri ile kıyaslandığında
büyük farklılıklar sergiler.
Bilim
adamlarına göre örümcek ağı yeryüzündeki en sağlam malzemelerden biridir.
Bununla birlikte örümcek ağının özelliklerinin hepsi sayılacak olursa çok uzun
bir liste elde edilebilir. Fakat bu listedeki birkaç madde
bile bilim adamlarının bu konuda ne kadar haklı olduklarını ortaya koymaktadır.
Örümcek ipeğinin özelliklerinden birkaçını şöyle sıralayabiliriz:36
· Örümceklerin ürettiği ve çapı bir
milimetrenin binde birinden daha küçük olan ipek ipliği, aynı kalınlıktaki
çelik telden beş kat daha sağlamdır.
· Kendi uzunluğunun dört katı kadar
esneyebilir.
· İpek aynı zamanda son derece
hafiftir. Bu hafifliği şöyle bir örnekle de tarif edebiliriz: Dünyanın çevresi
boyunca uzatılacak bir ipek ipliğinin ağırlığı sadece 320 gram gelir.
Bu
özellikler tek tek bazı malzemelerde bulunabilir. Ancak hepsinin birarada
bulunması son derece özel bir durumdur. Çünkü hem sağlam hem esnek bir malzeme
bulabilmek oldukça zordur. Örneğin çelik halat en sağlam malzemelerden biridir.
Fakat kauçuk halatlar gibi esnek olmadıklarından zamanla deforme olurlar.
Kauçuk halatlar da kolay kolay deforme olmamalarına rağmen yeterince dayanıklı
olmadıkları için ağır yükleri kaldıramazlar.
Şöyle bir düşünelim… Küçücük bir canlının
ürettiği ip, nasıl oluyor da insanoğlunun yüzyıllarca edindiği bilgi
birikimiyle yaptığı kauçuk halatlardan daha üstün özellikler taşıyabiliyor?
Örümcek
ipliğini bu kadar üstün yapan şey, ipeğin kimyasal yapısında ve üretim
merkezinde gizlidir. Örümcek ipliklerinin hammaddesi, örgülü helezonik amino
asit zincirlerinden oluşan "keratin" adlı proteindir. Keratin; saç,
tırnak, tüy, deri gibi birbirinden çok farklı maddelerin yapı taşıdır ve
oluşturduğu tüm maddelerde koruyucu özelliği ile ön plana çıkar. Ayrıca
keratinin esnek hidrojen bağlarla bağlanmış amino asitlerden oluşması, bu
maddelere çok esnek olma özelliğini kazandırır. Bu esneklik Amerika'nın ünlü
bilim dergilerinden Science News'de şöyle bir benzetme ile tarif
edilmiştir:
İnsan
ölçülerine göre, balık ağı boyutlarındaki bir örümcek ağı, bir yolcu uçağını
yakalayabilir.37
Örümceklerin
kuyruklarında altı bölümden oluşan ve ipek kesesi denilen bir bölge vardır.
Keselerin her birinde farklı salgılar üretilir. Bu keselerin salgıları değişik
kombinasyonlarda birleşerek farklı türdeki ipek ipliklerini meydana getirirler.
Keseler arasında ise büyük bir uyum vardır. İpek üretimi sırasında örümceğin
vücudunda bulunan ve son derece gelişmiş özelliklere sahip olan pompalar,
vanalar ve basınç sistemleri kullanılır. Üretilen ham ipek, musluk gibi çalışan
bölümlerden lif şeklinde dışarı akıtılır.38
Örümcek bu muslukların püskürtme basıncını
da dilediği şekilde değiştirebilir. Bu, son derece önemli bir özelliktir. Çünkü
bu işlem sayesinde sıvı keratini oluşturan moleküllerin yapısı da değişmiş
olur. Valfler üzerindeki kontrol mekanizması sayesinde iplik üretilirken
ipliğin çapı, direnci ve elastikiyeti de değiştirilebilir. Böylece ipeğin
kimyasal yapısı değiştirilmeden ipliğe istenilen fiziksel özellikler kazandırılır.
Eğer iplik üzerinde daha köklü bir değişim isteniyorsa bir başka bezin
kullanımına geçilmesi gerekmektedir. Salgılanan farklı özelliklere sahip
iplikçikler arka ayakların mükemmel kullanımı sayesinde istenilen doğrultuya
yönlendirilir.
Örümcekteki
bu kimyasal mucizeyi tam olarak taklit etmek mümkün olduğunda, gerektiği kadar
esneyebilen emniyet kemerleri, son derece sağlam dikişler, iz bırakmayan
ameliyat iplikleri, çok hafif kablolar, kurşun geçirmez kumaşlar gibi çok
sayıda faydalı malzemenin üretimi yapılabilecektir. Üstelik bu malzemelerin
üretiminde zararlı ve zehirli madde de kullanılmamış olacaktır.
Örümceklerin ürettikleri ipekler
olağanüstü özelliklere sahip yapı malzemeleridir. Gerilme esneklikleri çok
fazla olduğundan örümcek ipeğini koparmak için gereken enerji benzer diğer
biyolojik materyalleri koparmak için gereken enerjiden on kat daha fazladır.39
Örümceğin
ürettiği ipi parçalamak, aynı kalınlıktaki naylon bir ipi parçalamaktan çok
daha fazla güç sarf etmeyi gerektirir. Örümceğin böylesine sağlam bir iplik
üretebilmesinin başlıca sebeplerinden biri, temel protein bileşenlerinin
kristalleşmesini ve katlanmasını kontrol ederek düzenli bir yapıda yardımcı
bileşikler eklemeyi başarmasıdır. Örgü maddesi sıvı kristal olduğundan,
örümcekler bu esnada minimum kuvvet harcarlar.
Örümceklerin
yaptıkları ipek, bilinen doğal ya da sentetik liflerden çok daha güçlüdür.
Ayrıca örümceğin ürettiği ipeği, ipek böceklerindeki gibi direkt olarak alıp
kullanmak mümkün değildir. Bu nedenle kullanım için mevcut alternatif
"yapay üretim"dir. Araştırmacılar da, öncelikle örümceğin ipeğini
sonra da bu ipeğin nasıl üretildiğini çok kapsamlı olarak araştırmaktadırlar. Araneus
diadematus adı verilen bahçe örümceği üzerinde çalışan Dr. Fritz Vollrath,
bu yöntemin önemli bir bölümünü keşfetmeyi başarmıştır. Vollrath
araştırmalarının sonuçlarını şöyle anlatır:
Örümcekler
ipeklerini, asitleyerek sertleştiriyorlardı. İpek, oluştuğu kanala girmeden
önce, sıvı proteinlerden oluşuyordu. Kanalın içinde özel hücreler, ipek proteinlerindeki
suyu kendilerine çekiyorlardı. Hidrojen atomları ise diğer bir kanalda
pompalanan suyu alıyor ve bir asit havuzu oluşturuyordu. İpek proteinleri asit
ile biraraya geldiğinde de, birinden diğerine bir köprü oluşturuyordu. Böylece
son derece kuvvetli bir ipek oluşuyordu. Örümceğin ipeği, kurşun geçirmez
yeleklerde, bisiklet kasklarında kullanılan ve bir tür plastik olan
"kevlar" ile karşılaştırıldığında on kat daha sağlamdır.40
Bilim adamlarının ileri teknolojinin
imkanlarını kullanarak elde ettikleri Kevlar, insan yapımı en güçlü
sentetiktir. Fakat örümceğin ipeği Kevlardan çok daha üstün özelliklere
sahiptir. Örneğin sağlamlığının yanı sıra örümcek ipeğinin yeniden işlenip
tekrar tekrar kullanılması da mümkündür.
Eğer bilim
adamları örümceğin iç işlemlerini başarılı bir şekilde kopyalamayı başarabilir,
protein katlanmasının kusursuz olmasını sağlayabilir ve örgü maddesinin gen
dizilim bilgisini ekleyebilirlerse çok özel özellikleri olan ipek temelli
ipleri endüstriyel olarak üretmeleri mümkün olabilecektir. Bu nedenle örümcek
ipliğindeki örme işleminin ne şekilde olduğu anlaşılabilirse, insan yapımı
materyallerdeki başarının da artacağı düşünülmektedir.
Bilim
adamlarının seferber olup araştırdıkları örümcek ipliği, 380 milyon yıldan beri örümcek tarafından kusursuzca
örülmektedir.42 Bu durum, kuşkusuz Allah'ın kusursuz
yaratışının delillerinden biridir. Şüphesiz bu olağanüstü olayların hepsi de
Allah'ın kontrolündedir ve O'nun izniyle gerçekleşmektedir. Bu gerçek, bir
ayette şöyle belirtilir:
... O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği
hiçbir canlı yoktur… (Hud Suresi, 56)
Örümceğin
İplikçik Üretme Mekanizması Tekstil Makinalarından Daha Üstün
Her
örümcek, farklı işlevler için farklı niteliklere sahip iplikler üretir. Diatematus
isimli örümcek, karnındaki salgı bezlerini kullanarak yedi farklı tipte ipek
üretebilir. Bu üretim metodunun benzerleri günümüzde birçok tekstil makinesinde
kullanılmaktadır. Ancak bu örümcekteki birkaç milimetreküplük üretim yeri,
tekstil makinelerinin devasa boyutları ile kıyas bile
kabul etmez. Örümceğin bir başka üstünlüğü ise ürettiği ipliğin tamamen geri
dönüşümlü olmasıdır. Örümcek bozulan ağını yiyerek yeniden iplikçik üretebilir.
2. BÖLÜM
BİTKİLERDEKİ TASARIMLAR VE BİYOMİMETİK
Birisi size son yıllarda kullanmaya
başladığımız fiberoptik teknolojisini (ışık ve yüksek kapasitede bilgi iletme
özelliğine sahip fiber optik kablolardan oluşan sistem) milyonlarca yıldır
kullanan canlılar olduğunu söyleseydi ne düşünürdünüz?
Söz konusu teknolojiyi kullananlar çok iyi
tanıdığımız ancak belki de sahip oldukları üstün tasarım çoğu kimsenin aklına
dahi gelmeyen bitkilerdir.
Pek çok
insan çevresine alışkanlıkla, yüzeysel olarak bakar, Allah'ın canlılarda
yarattığı üstün tasarım örneklerini görmezden gelerek hiç düşünmez. Oysa bütün
canlılar bu alışkanlık perdesini kaldıracak sırlarla doludur. Bu sırları
keşfedebilmek için sadece neden, nasıl, niçin sorularını sormak yeterlidir. Bu
soruların cevaplarını düşünen insan çevremizde gördüğümüz herşeyi sonsuz güç,
bilgi ve akıl sahibi olan Rabbimiz'in yarattığını fark edecektir. Örnek olarak
bitkilerin gerçekleştirdiği fotosentez olayını alalım. Fotosentez sırları hala
çözülememiş bir yaratılış mucizesidir.
Bitki hücrelerinin güneş ışığını,
insanların ve hayvanların besin yoluyla alabilecekleri bir enerjiye
dönüştürmelerine "fotosentez" denir. Bu tanım belki ilk okuyuşta pek
çok kimse için çok dikkat çekici olmayabilir. Ne var ki biyomimetik uzmanları
fotosentezin yapay olarak gerçekleştirilmesinin tüm dünyayı değiştirecek bir olay
olduğuna inanmaktadırlar.
Bitkiler fotosentezi birbirini takip eden
oldukça kompleks bir dizi işlem sonucunda gerçekleştirirler. Bu işlemlerin tam
olarak neler olduğu henüz bilinmemektedir.
Fotosentezin
sadece bu özelliği bile evrim teorisini savunanlara söz hakkı tanımamaktadır.
Prof. Dr. Ali Demirsoy'un şu sözleri, evrimci bilim adamlarının fotosentez
karşısında içine düştükleri açmazı çok iyi bir şekilde tarif eder:
Fotosentez
oldukça karmaşık bir olaydır ve hücrenin içerisindeki organelde ortaya çıkması
olanaksız görülmektedir. Çünkü tüm kademelerin birden oluşması olanaksız, tek
tek oluşması da anlamsızdır.43
Bitkiler
güneş ışığını "kloroplast" adı verilen doğal solar hücrelerle
yakalarlar. Biz de yapay solar hücrelerle (güneş panelleri) elde edilen
enerjiyi alarak pillerde depolarız.
Solar
hücre (güneş paneli), ışığı elektrik enerjisine çevirir. Hücrenin düşük güçlü
çıktısı (low power output), çok sayıda panel kullanılmasını gerektirir. Solar
hücrelerin, insanların ihtiyaç duyduğu enerjiyi karşılayabilmeleri için
yapraklarda olduğu gibi sadece güneş ışıklarına bakmaları yeterlidir.
Kloroplastların yaptığı iş tam olarak taklit edilebildiğinde yüksek enerji
sarfiyatı yapan cihazların bile küçücük güneş pilleri ile çalıştırılabilmesi
mümkün olacaktır. Uzay mekikleri ve yapay uydular başka bir enerji kaynağına
ihtiyaç duymadan sadece güneş enerjisi ile uçabilecektir.
Böylesine
üstün özelliklere sahip olan, bilim adamlarının büyük bir hayranlık duydukları
ve taklit etmeye çalıştıkları bitkiler de, yaratılan her canlı gibi Allah'a
boyun eğmiştir. Bu gerçek, bir ayette şöyle bildirilir:
Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler.
(Rahman Suresi, 6)
Korunan
Yüzeyler
Her
eşyanın yüzeyinin sudan, kirden hatta parlak ışıktan bile zarar görme ihtimali
vardır. Bundan ötürü bilim adamları araba ve mobilya cilalarını, ultraviyole
güneş ışınlarını engelleyen sıvıları üretmişlerdir. Hepsinin amacı, yüzeyi,
meydana gelebilecek herhangi bir aşınma ve yırtınmadan
korumaktır. Doğadaki hayvanlar ve bitkiler de, kendi hücrelerinin içlerinde,
yüzeylerini dış etkenlere karşı koruyacak birtakım kimyasal maddeler üretirler.
Doğadaki canlıların bünyeleri tarafından üretilen ve bilim adamlarını hayrete
düşüren bu kimyasal karışımlar, tasarımcıların taklit etmek için uğraştıkları kompleks
örneklerdir.
Ahşap yüzeyleri kaplamak, kirden ve
aşınmadan korunmalarını sağlamak açısından oldukça önemlidir. Özellikle de
yumuşak ahşapların içine girerek onları çürütebilecek su sızıntılarına karşı
bunu yapmak çok gerekli bir işlemdir. Peki, kullanılan ilk ahşap kaplamaların
doğal yağlardan ve böceklerin ürettiği salgılardan elde edilen malzemelerden
yapıldığını biliyor muydunuz?
İnsanların günlük hayatta kullandığı
birçok koruyucu malzeme aslında doğadaki canlılar tarafından çok daha önceden
kullanılmaktadır. Ahşap kaplama bunlardan yalnızca bir tanesidir. Böceklerin
sert kabukları da onları, suya ve dışarıdan gelebilecek hasarlara karşı
korumaktadır.
"Sclerotin"
adı verilen bir protein tarafından güçlendirilmiş bu kabuklar, böceklere
doğadaki en sert yüzeye sahip canlılar olma özelliğini verir. Ayrıca böceklerin
kabuğunda bulunan kitin tabakası da rengini ve parlaklığını zaman içerisinde
yitirmez.45
Bütün
bunlar düşünüldüğünde inşaatlarda dış yüzeylerin kaplaması ve korunması için
üretilecek sistemlerin böceklerinkine benzer bir tasarıma sahip olmasının çok
daha kazançlı olacağı açıkça görülmektedir.
Kendisini Sürekli Temiz Tutan Lotus Bitkisi
Lotus bitkisi (beyaz nilüfer), çamurlu ve
kirli ortamlarda yetişir.Buna rağmen bitkinin yaprakları sürekli temizdir.
Çünkü bitki, üzerine en ufak bir toz zerresi geldiğinde hemen yapraklarını
sallar ve toz taneciklerini belli noktalara doğru iter. Yaprağın üzerine düşen
yağmur damlaları da bu noktalara doğru yönlendirilir ve buradaki tozları
süpürmesi sağlanır.
Lotus
bitkisinin bu özelliği, yeni bir bina yüzeyinin tasarımı için araştırmacılara
ufuk açmıştır. Bunun üzerine araştırmacılar Lotusun yaprağı gibi, yağmur
sularını kullanarak üzerindeki kiri temizleyen bina yüzeyleri üzerinde
çalışmaya başlamışlardır. Bu çalışmalar sonunda ISPO isimli bir Alman şirketi,
Lotusan adı verilen cephe kaplama malzemesini üretmiştir. Asya ve Avrupa'da
bulunan satış noktalarında piyasaya sunulan bu ürün için 'deterjana gerek
kalmadan 5 yıl boyunca kendini temiz tutacağı garantisi' bile verilmiştir.46
Doğadaki
pek çok canlı, kendi yüzeylerini koruyan çeşitli özelliklere sahiptir. Şüphesiz
ne Lotus bitkisinin yüzey yapısı ne de böceklerdeki kitin tabakası kendi
kendine oluşmuştur. Hatta bu canlılar sahip oldukları üstün niteliklerden
tamamen habersizdirler. Onları tüm özellikleriyle birlikte yaratan, Allah'tır.
Bir Kuran ayetinde Allah'ın yaratma sanatı şöyle bildirilir:
O Allah ki,
yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret'
verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu
tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
Bitkiler ve Yeni Bir Otomobil Tasarımı
Otomobil firması Fiat, ZIC (Zero Impact
Car) adlı yeni ürününü tasarlarken bitkilerdeki "kollara ayrılma"
özelliğinden yararlanmıştır. Otomobilin ortasından bitkinin gövdesinde olduğu
gibi küçük bir tünel geçiren tasarımcılar, bu tünele arabanın çalışması için
gerekli enerjiyi sağlayan piller yerleştirmişlerdir. Arabanın koltukları ise
resimdeki bitkiden esinlenilmiş ve bitkideki gibi doğrudan gövdeye (tünele)
bağlanmıştır. Otomobilin tavanı ise deniz yosununun petekli yapısı gibi
tasarlanmıştır. Bu yapı ZIC'e hem hafiflik hem de sağlamlık kazandırmıştır.48
Otomobil
sektörü gibi insanların en son teknolojinin rahatlıkla sergilenebileceği bir
alanda, mühendislere ve tasarımcılara, doğada bulunan ve canlılığın var olduğu
ilk günden beri hayat süren basit bir bitki ilham kaynağı olmuştur. Canlılığın
tesadüfen oluştuğunu ve zaman içerisinde gelişerek hep daha iyiye doğru
gittiğini savunan evrimciler için bu ve buna benzer olaylar, kabul edilmesi çok
zor şeylerdir. Nasıl olur da akıl ve şuur sahibi insanlar, hiçbir zekası ve
bilgisi olmayan, yerinden bile hareket edemeyen bitkilerden bir şeyler
öğrenirler ve bunların uygulaması, o güne kadar o konuyla ilgili ortaya çıkan
en verimli sonuçları verir? Bunlar elbette ki tesadüflerle açıklanması mümkün
olmayan özelliklerdir ve yaratılışı kanıtlar. Bu yüzden de evrimciler için bir
zorluktur.
Alarm Sinyali Veren Bitkiler
Herkes bitkilerin tehlikeden
kaçamadıklarını, dolayısıyla düşmanlarına hemen teslim olduklarını zanneder.
Ancak yapılan araştırmalar durumun hiç de zannedildiği gibi olmadığını ortaya
çıkarmıştır. Tam tersine bitkiler de şaşırtıcı taktiklerle düşmanlarının
üstesinden gelmektedirler.
Örneğin
bitkiler, yapraklarını kemiren böcekleri uzaklaştırmak için kimi zaman zararlı
kimyasallar üretirler, kimi zaman da bu böceklerle beslenen avcı böcekleri
çeken kimyasal kokular yayarlar. Kuşkusuz her iki taktik de son derece
akılcıdır. Nitekim tarımsal alanda yapılan faaliyetlerde bu savunma stratejisi,
çok etkili bir yöntem olarak taklit edilmeye çalışılmaktadır. Almanya'daki Max
Planck Kimyasal Ekoloji Enstitüsü'nde 'bitki savunması genetiği' alanında
çalışmalar yapan Jonathan Gershenzon, bu akılcı stratejiyi gereği gibi taklit
edebilirlerse, gelecekte tarımsal ilaçlamaların zehirsiz yapılabileceğini
düşünmektedir.49
Bazı
bitkiler tırtıllar tarafından saldırıya uğradıklarında hemen bu tırtıllarla
beslenen avcı böcekleri kendilerine çeken, uçucu bir kimyasal madde salgılar.
Yardıma çağrılan böceklerin özelliği ise yumurtalarını tırtılların içine
bırakmalarıdır. Tırtıldan habersiz onun içinde barınan ve yumurtadan çıkan
larvalar ise, bu tırtıllarla beslenerek büyüme imkanı bulurlar. Böylece ekine
zarar veren tırtıllar dolaylı bir strateji ile imha edilir.
Bitkinin,
yapraklarının bir tırtıl tarafından yendiğini anlaması ise yine kimyasal
yöntemlerle gerçekleşir. Bitki, yapraklarını kaybettiği için değil, tırtılın
salyasındaki kimyasallara tepki olarak böyle bir alarm sinyali verir. Basitmiş
gibi görünen bu olayda üzerinde durulması gereken pek çok konu vardır.
Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:
1-Bitki,
tırtılın kimyasal salgısını nasıl algılamaktadır?
2-Bitki,
alarm sinyali verdiğinde tırtıllardan kurtulacağını nereden bilmektedir?
3-Verilen
sinyalin böceklerde davet etkisi yapacağını nereden bilmektedir?
4-Bitkinin, daveti doğru böceklere
(saldırgan tırtıllarla beslenen) yapmasını sağlayan nedir?
5-Verilen sinyal sesli değil kimyasal bir
salgı şeklindedir. Böceklerin kullandığı kimyasallar da son derece karmaşık bir
molekül yapısına sahiptir. Kimyasaldaki en ufak bir eksiklik ya da yanlışlık,
sinyalin niteliğini kaybettirebilir. Bu durumda bitki bu sinyali veren kimyasalı
kendi kendine nasıl üretebilmektedir?
Şüphesiz
beyni bile olmayan bir bitkinin tehlikeler karşısında çözüm üretmesi, bir
kimyager gibi kimyasal maddeleri tahlil etmesi, hatta bunu üretmesi, planlı bir
strateji yürütmesi mümkün değildir. Kuşkusuz ki, dolaylı yöntemlerle bir
düşmanı altetmek akıl gerektiren bir davranıştır. Bitkiyi bu özellikler ile
yaratan Yüce Rabbimiz olan Allah'tır.
İşte
günümüzde yaygınlaşan bu gibi biyomimetik çalışmalarıyla, Allah'ın canlılar üzerinde bize gösterdiği
akıl hayranlıkla taklit edilmeye çalışılmaktadır.
Nairobi'de
bulunan Uluslararası Böcek Fizyolojisi ve Ekoloji Merkezi'nden ve
İngiltere'deki Toprak Ürünleri Araştırma Enstitüsü'den bir grup araştırmacı da
bu konuda bir çalışma gerçekleştirmiştir: Çalışma ekibi mısır ve buğday
tarlalarında ekinlerin arasına, tarım zararlılarını bu strateji ile ortadan
kaldıran bir çim ekmiştir. Sonuçta, tarım ilacı kullanılmasına gerek kalmadan,
zararlı canlıların etkisiz hale getirilmesinde %80 oranında başarı
sağlanmıştır. Bitkiler üzerinde sergilenen bu benzersiz çözümün
yaygınlaştırılması durumunda tarımda daha büyük aşamalar kaydedilecektir.50
ABD Utah'ta yetişen bir tütün bitkisi ise Manduca
güvesinin tırtılı tarafından saldırıya uğramaktadır. Bu zararlının yumurtaları Geocoris
böceği tarafından sevilen bir yiyecek türüdür. Tütün bitkisinin salgıladığı
uçucu kimyasal madde sayesinde Geocoris avcısı kimyasal salgılar
aracılığıyla çağırılmakta ve yumurtalar bu böcek tarafından yendiği için tırtıl
sayısının artışı engellenmektedir.51
Okyanusun Derinliklerindeki Fiber Optik
Tasarım
Rossella
Racovitzae adlı su
süngeri bitkisi, insanoğlunun en yeni teknolojilerde kullandığı fiber optikten
yapılmış uzantılara sahiptir. Fiber optik, ışığı iletmede çok etkili bir
malzemedir. Lazer ışınlarının fiber optik kablosundan geçirilmesiyle elde
edilen iletişim imkanları, normal malzemeden yapılmış kablodakilere göre
olağanüstü bir artış gösterir. Öyle ki, saç teli kalınlığında 100 tane fiber
optik kablonun yanyana getirilmesiyle oluşan kablo kesitinden 40.000 ayrı ses
kanalı geçirilebilmektedir.
Antartika
kıyılarının derinliklerinde yaşayan bu sünger türü, fotosentez yapabilmek için
ihtiyacı olan ışığı, fiber optikten yapılmış olan diken şekilli uzantıları
sayesinde kolayca toplamakta ve çevresi için de bir ışık kaynağı olmaktadır. Bu
sayede hem kendisi hem de bu süngerin ışık toplama yeteneğinden faydalanan
başka canlılar hayatta kalabilmektedir. Aynı ortamda yaşayan tek hücreli
yosunlar da bu süngere yapışmakta ve yaşamaları için gereken ışığı elde
etmektedirler.
Antartika
kıyılarının 100 ila 200 metre derinliklerinde, kalın buz kütlelerinin altında
neredeyse zifiri karanlık denebilecek bir ortamda yaşayan bir canlı için güneş
ışığını yakalamak, canlının hayatını sürdürebilmesi açısından son derece büyük
bir önem taşır. Canlının bu sorunu çözebilmesi, ışığı en etkili şekilde
toplayan fiber optik ile donatılmış olması sayesinde mümkündür. Bilindiği gibi
fiber optik teknolojisi son yüzyılın en ileri teknolojilerinden biridir. Japon
mühendisler bu teknolojiyi güneş ışığını gökdelenlerin
ışık almayan bölümlerine aktarmada kullanırlar. Gökdelenlerin çatısına
yerleştirilen dev mercekler güneş ışığını fiber optik ileticilerin ucuna
odaklar. Fiber iletkenler vasıtasıyla da güneş ışığı binanın en karanlık noktalarına
kadar ulaştırılır.
Yüksek teknolojiye sahip endüstrilerde
imal edilen fiber optik maddesinin böyle bir ortamda bu canlı tarafından 600
milyon yıldan beri kullanılması bilim adamlarını da hayrete düşürmektedir.
Washington Üniversitesi'nde mekanik mühendisi olan uzman Ann M. Mescher bu
gerçeği şöyle ifade eder:
Bu
fiberleri düşük ısılarda, böylesine eşsiz mekanik ve mükemmel optik
özelliklerle üreten bir canlının var olması olağanüstü etkileyicidir.52
Washington
Üniversitesi'nde profesör ve aynı zamanda metalurji mühendisi olan Brian D.
Flinn ise bu süngerdeki üstün yapıyı şöyle tarif eder:
Bu,
önümüzdeki 2 ya da 3 sene içinde (insanların) telekomünikasyona geçirecekleri
türden bir şey değil, bu önümüzdeki 20 yılda ortalarda görülemeyecek bir şey.53
Bütün
bunlar bize, doğanın ve içindeki canlıların insanlar için çok sayıda örnek
barındırdığını göstermektedir. Allah, tüm bunları insanların öğüt alıp
düşünmeleri için yaratmıştır. Kuran'da şöyle buyrulmaktadır:
Şüphesiz
göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl
sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan
yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda
düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek
Yücesin, bizi ateşin azabından koru. (Al-i İmran Suresi, 190-191)
3. BÖLÜM
DOĞADAKİ
VİTES KUTULARI VE JET MOTORLARI
Motorlu
taşıtlara ilgi duyan hemen herkes bu araçların hareket etmesinde vites
kutularının ve tepkili motorların ne kadar önemli bir yer tuttuğunu bilir.
Fakat pek az kişi, doğada, bizim kullandıklarımızdan çok daha iyi tasarıma
sahip vites kutularının ve jet motorlarının olduğundan haberdardır.
Vites
kutusu, bir aracın hızı değiştiğinde motorun en verimli şekilde kullanılmasını
sağlar. Doğadaki vites kutuları da otomobillerdekine benzer bir prensiple
çalışır. Örneğin sinekler, normal bir uçuş sırasında, havada üç aşamalı hız
sağlayan doğal bir vites kutusu kullanırlar. Bir sinek bu sistem sayesinde
kanatlarını istediği hızda çırparak aniden hızlanabilir veya yavaşlayabilir.54
Otomobillerde
motordan elde edilen gücü tekerleklere aktarmak için çok sayıda dişli
kullanılır. Düzgün bir sürüş, ancak dişliler kademe kademe kullanıldığı
takdirde elde edilebilir. Arabalardaki oldukça ağır ve fazlaca yer kaplayan bu
dişlilerin yerine, sineklerde sadece birkaç milimetrekareye sığan bir mekanizma
vardır. Çok daha kullanışlı bu mekanizma sayesinde sinekler kanatlarını
rahatlıkla çırpabilirler.
Mürekkep
balığı, ahtapot ve Nautilus, suda hareket ederken tepkili motorlardaki gibi bir
itiş gücü kullanırlar. Bu sistemin ne kadar etkili olduğunun anlaşılması için,
bilim literatüründeki adı Loligo Vulgaris olan kalamarın suyun içindeki
hızının saatte 30 kilometreyi aştığını söylememiz yeterli olacaktır.56
Bu
konudaki en benzersiz örneklerden biri olan Nautilus, ahtapot benzeri bir deniz
canlısıdır ve jet motoru ile çalışan bir gemi gibidir. Başının altındaki bir
tüp ile suyu içeri alır ve sonra da geri püskürtür. Böylece oluşturduğu akım
bir yöne doğru hareket ederken Nautilus da diğer yöne doğru hareket eder.
Bu
canlıların bilim adamlarını imrendiren bir diğer özellikleri de, sahip
oldukları doğal tepkimeli motorların, denizin derinliklerindeki son derece
güçlü basınçlardan etkilenmemesidir. Ayrıca hareketi sağlayan sistemleri hem
sessiz hem de oldukça hafiftir. Nitekim Nautilusun yaratılışındaki bu üstünlük,
denizaltılar için model oluşturmuştur.
Deniz
Altındaki 100 Milyon Yıllık Üstün Teknoloji
Denizaltılarda bulunan dalış tankları
suyla dolunca gemi sudan daha ağır hale gelir ve dibe dalar. Eğer tanktaki su,
basınçlı hava ile boşaltılırsa denizaltı tekrar su yüzüne çıkar. Nautilus da
hareket ederken aynı yöntemi kullanır. Nautilusun vücudunda 19 cm. çapında,
salyangoz kabuğu biçiminde spiral bir organ vardır. Bu organda birbiriyle
bağlantılı 28 tane "dalış hücresi" bulunur. Ancak bu, suyun
boşaltılması için yeterli değildir; takviye olarak basınçlı havaya da ihtiyaç
vardır. Peki ama Nautilus suyu boşaltmak için gerekli basınçlı havayı nereden
bulur?
Nautilusun vücudunda biyokimyasal yolla
özel bir gaz üretilir ve bu gaz, kan dolaşımı ile hücrelere aktarılarak
hücrelerden suyun çıkması sağlanır. Bu sayede Nautilus avlanırken ya da
düşmanlarından kaçmak istediğinde daha derine inebilir veya yüzeye çıkabilir.
Bir
denizaltı sadece 400 m. dibe dalabilirken Nautilus için 450 m. derinliğe dalmak
son derece kolaydır.58
Bu, pek
çok canlı için oldukça tehlikeli bir derinliktir. Ancak buna rağmen Nautilus bu
durumdan hiç etkilenmez, kabuğu basınçtan parçalanmaz ya da vücudunda herhangi
bir zararlı etki görülmez.
Burada
dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta daha vardır. Nautilus, yaratıldığı
ilk günden beri bu sisteme sahiptir. Peki, 450 metre derinlikteki basınca
dayanıklı bu özel kabuk yapısını Nautilusun kendisi tasarlamış olabilir mi? Ya
da vücudundaki suyu boşaltmak için basınçlı hava elde edebileceği gazı kendisi
bulmuş olabilir mi? Şüphesiz Nautilusun ne kendi kendine gaz üretecek bir
kimyasal tepkimeyi bilmesi, ne de bu tepkimeyi gerçekleştirecek yapıyı kendi
vücudunda kurması ya da suyun basıncından dolayı üzerinde oluşan tonlarca yüke
dayanacak bir kabuk tasarımı yapması kesinlikle mümkün değildir. Bu, herşeyi
örneksiz yaratan Allah'ın eseridir. Kuran'da Allah'ın Bedi (örnek edinmeksizin yaratan)
sıfatı şöyle haber verilir:
"Gökleri
ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır…" (Enam Suresi, 101)
4. BÖLÜM
DALGALARI VE TİTREŞİMLERİ KULLANMAK
Ses, havada ve suda dalgalar halinde
yayılır ve bu dalgalar herhangi bir cisme çarparsa geri döner. Eğer yeterli
bilgi ve teknolojiye sahipseniz, dönen dalgalardan bu cisim hakkında çeşitli
bilgiler edinebilirsiniz: Dalga kaynağının sizden ne kadar uzakta olduğu,
büyüklüğü ya da ne yöne, hangi hızla hareket ettiği gibi...
Ses ve
basınç dalgalarını kullanarak objelerin yerini tespit etme teknolojisi 20.
yüzyılda geliştirilmiştir. Bu teknoloji, her ne kadar savaşta kullanılmak
amacıyla geliştirilmişse de, günümüzde batık gemilerin yerlerini belirleme ya
da deniz dibi haritalarının çıkarılması gibi amaçlarla kullanılmaktadır. Ancak
doğadaki canlılar bundan milyonlarca yıl önce, henüz insanlar bu sistemleri
keşfetmemişken, etrafa yayılan ses dalgalarını kullanıyor ve bu sayede
yaşamlarını sürdürüyorlardı.
Örneğin
yunuslar, yarasalar, balıklar ve güveler yaratıldıkları ilk andan beri
"sonar" adı verilen bu sisteme sahip olan canlılardandır. Üstelik bu
sistemler bugün bizim kullandıklarımızdan çok daha duyarlı ve kullanışlıdır.
Yarasa
Sonarı Teknolojimizin Sınırlarını Aşıyor
Sonar
sistemi, denizin içindeki denizaltıları tespit etmek için vazgeçilmez bir
yöntemdir. Bu yüzden Amerikan Savunma Bakanlığı, yarasa sonarındaki çalışma
prensiplerini kendi sonarlarına uygulamak için harekete geçmiştir.
Amerika'nın ünlü bilim dergilerinden biri
olan Science'ın verdiği bir habere göre, ABD Savunma Bakanlığı bu proje
için özel bir ödenek dahi tahsis etmiştir. Yarasaların, zifiri karanlıkta
kolayca yön bulmalarının sahip oldukları sonar sistemi sayesinde gerçekleştiği uzun zamandır
biliniyordu. Son olarak araştırmacılar, bu sonar sisteminin yeni bazı sırlarını
keşfetmişlerdir. Buna göre, kahverengi böcekçil yarasa (Epesicus fuscus)
saniyede 2 milyon üst üste binmiş ses yankılanmasını işleme sokma yeteneğine
sahiptir. Hem de bu yankıları sadece 0.3 milimetrelik bir hassasiyet farkıyla
algılayabilir. Bu rakamlar ise, yarasa sonarının insan yapımı sonarlardan
yaklaşık üç kat daha hassas olduğunu göstermektedir.59
Yarasaların sonar sistemli uçuş
yetenekleri, bize karanlıkta uçuş hakkında çok şey öğretmektedir. Kızılötesi
termal görüntüleme sistemli kameralar ve ses-üstü dalgaları algılayan
dedektörlerle yapılan araştırmalar, yarasaların gece av uçuşları hakkında çok
daha kapsamlı bilgi edinme fırsatı vermiştir.
Yarasalar yerden havalanan bir böceği
havada uçarken kapabilirler. Bazı yarasalar avlarını yakalamak için onları
çalılıkların içinde bile takip ederler. Yansıyan ses dalgalarını kullanarak
gece gökyüzünde vızıldayan bir sineğin üzerine atılmak oldukça zordur. Bir de
böceğin çalılıkların arasında uçtuğunu, etraftaki bütün yapraklardan ses
dalgalarının yansıdığını düşünürseniz, yarasanın ne kadar büyük bir iş
başardığını daha iyi anlayabilirsiniz.
Böyle bir durumda yarasalar sonar
seslerini azaltırlar. Bunun sebebi, muhtemelen, çevredeki bitkilerden gelen ses
yansımalarının kafa karıştırmasını önlemektir. Fakat yarasaların, cisimleri
ayrı ayrı algılayabilmesi için bu yöntem tek başına yeterli değildir. Üst üste
gelen ekoların geliş zamanları ve yönleri de ayırt edilmelidir.60
Yarasalar
su üstünde uçarken su içmek için veya avlarını yerden yakalamak için de sonar
sistemini kullanırlar. En usta manevraları ise bir yarasanın diğerini
kovaladığı durumlarda gösterirler. Yarasaların bu başarıyı nasıl elde
ettiklerinin anlaşılması sonar, uçuşlar ve tespit cihazları başta olmak üzere
pek çok teknolojik ürünün üretiminde kolaylık sağlayabilir. Ayrıca yarasaların
çok yüksek frekanslı sonar sistemleri, bugün mayın arama teknolojisinde de
taklit edilmektedir.61
Görüldüğü gibi canlılardaki özellikler çok
geniş bir alanda insanlara fayda sağlamaktadır. Allah Kuran'daki bir ayette
hayvanlardaki faydalara şöyle dikkat çeker:
Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders
(ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda
sizin için daha birçok yararlar var… (Müminun Suresi, 21)
Yunusların
Ses Dalgaları ve Sonar Teknolojisi
Yunuslar, başlarında bulunan
"melon" (kavun) adındaki özel bir organdan sıklığı saniyede 200 bin
titreşime ulaşan ses dalgaları yollar. Bu canlı, kafasını hareket ettirerek
dalgaları istediği tarafa doğru yönlendirebilir. Yayılan ses dalgaları katı bir
cisme çarptığında yansıyarak yunusa geri döner. Balığın ağzının alt tarafı
alıcı görevi görür. Alınan dalgalar önce iç kulağa, oradan da beyne gönderilir.
Bu veriler oldukça hızlı olarak yorumlanır. Bu yorumlama sayesinde son derece
hassas ve kesin bilgiler elde edilir. Yunus, bu sayede ses dalgasının çarptığı
objenin hareket yönünü, hızını ve büyüklüğünü ayrıntılarıyla belirleyebilir.67
Yunusun dalgaları yorumlama sistemi o
kadar üstündür ki, bir balık sürüsü içindeki tek bir balığı bile izleyebilir.68
Hatta zifiri karanlıkta suda kendinden 3 km. uzakta duran iki ayrı metal parayı
birbirinden ayırt edebilir.69
Günümüzde, gemilerde ve denizaltılarda yön
ve hedef tayininde SONAR70 adı verilen cihaz kullanılır. Sonarların
çalışma prensibi, yunusların ses dalgalarını kullanma sistemiyle aynıdır.
ABD'de
Yale Üniveritesi'nde keşif amacı ile kullanılacak bir robot geliştirilmiştir.
Robotta, profesör ve aynı zamanda elektrik mühendisi olan Roman Kuc'un yunusların sonarını taklit ederek yaptığı sonar sistemi
kullanılmıştır. Bu başarısına rağmen 10 yıldır sesüstü algılayıcılar ve robot
teknolojisi üzerine çalışan profesör Kuc doğaya dikkat çekerek şöyle
demektedir:
Sonar
yapımı için doğaya daha yakından bakmalıyız, gözden kaçırdığımız herhangi bir
şey olabilir.71
Birisi
size ses dalgalarının deniz suyunda saniyede 1500 m. hızla ilerlediğini söylese
ve şöyle bir soru sorsa: İçinde bulunduğunuz bir denizaltıdan bir gemiye
gönderilen ses dalgaları 4 saniye sonra geri geliyorsa gemi ne kadar uzaktadır?
Yapacağınız
hesaplama sonucunda bulacağınız sonuç, 3 km. olacaktır. Yunuslar da benzer
hesaplamaları büyük bir rahatlıkla yaparlar. Ancak elbette ki yunuslar ne ses
dalgalarının sudaki yayılma hızını, ne çarpma işlemini ne de bölme yapmayı
bilirler. Bu da bize, bütün bu işlemlerin yunuslar tarafından yapılmadığını,
onların sadece Allah'ın kendilerine emrettiği şekilde hareket ettiklerini açık
olarak gösterir.
Yarasa
Sonarından Görme Özürlülere Çözüm
Bilimsel
araştırmalar ilerledikçe canlıların şaşırtıcı özelliklerine daha yakından şahit
olmaktayız. Söz konusu özellikler günlük hayatımızda iş yerlerinden hastanelere
kadar pek çok yerde yaşanan çeşitli sorunlara çözümler sunmaktadır.
"Nike" şirketinin 'Evrensel İş Olanakları' Genel Müdürü Darcy Winslow
bu konuda şunları dile getirir:
Sunmak zorunda olduğumuz ürün
performansının karakteristikleri için doğal dünyanın bizlere sağladığı
teknolojik çözümler gerçekten sınırsız. Biyomimikri hala keşfetme, yenileme ve
yaratıcılık gerektiriyor ancak bir biyolog gibi düşünerek ya da bir biyologla
birlikte çalışarak değişik sorular sormayı ve doğaya ilham ve öğrenme
fırsatları yaratmak için bakmayı öğrenmeliyiz.73
Birçok firma artık Winslow'un
söylediklerine paralel bir çalışma stratejisi izlemektedir. Dolayısıyla artık
bir biyolog ile elektronik mühendisini ya da mekanik uzmanını beraber
çalışırken görmek mümkündür.
Nitekim
yarasaların sonarından etkilenen mühendisler, mini bir sonar ünitesini bir
gözlüğe monte ettiler. Gözlüğü kullanan görme özürlüler belli bir alışma
süresinden sonra engellere çarpmadan yürüyebilmekte hatta bisiklete bile
binebilmekteler. Ancak gözlüğün tasarımcıları bunun hiçbir zaman insan gözünün
yerini tutamayacağının ya da yarasadaki kadar kullanışlı olmayacağının
farkındalar.
Konusunda
uzman insanların kopyasını bile yapmakta zorlandıkları bu kusursuz özelliklerin
yarasada tesadüfen oluşmuş olması elbette ki imkansızdır. Burada unutulmaması
gereken bir konu da özellik olarak adlandırdığımız şeylerin aslında içiçe
geçmiş birbiriyle bağlantılı kompleks sistemler olduklarıdır. Bu sistemlerin
tek bir parçasının dahi eksik olması tüm sistemin işe yaramaz hale gelmesi
demektir. Örneğin, yarasalar ses dalgalarını yaysalar ama yaydıkları dalgaları
geri algılayıp değerlendiremeseler sonar sistemi diye bir şey olmayacaktır.
Canlılardaki bu eksiksiz ve kusursuz
tasarıma bilim literatüründe "indirgenemez komplekslik" adı verilir.
Yani daha basite indirgendiğinde anlamsız ve işlevsiz hale gelecek bir
tasarım... Canlı organizmaların tümünde ve tüm sistemlerinde var olan bu
"indirgenemez komplekslik" özelliği evrim teorisinin 'basitten
gelişmişe kademeli evrim' şeklindeki temel mantığını yerle bir etmektedir.
Çünkü, son haline gelmeden hiçbir işe yaramayacak bir sistemin milyonlarca yıl
varlığını koruyup tamamlanmayı beklemesinin hiçbir mantığı yoktur. Bir canlı
ancak bütün sistemleri eksiksiz olduğunda yaşamını ve neslini sürdürebilir.
Sistemdeki parçaların zamanla sözde bir evrimle tamamlanmasını beklemek gibi
bir lüks de yoktur. Bu da tüm canlıların yeryüzünde ilk olarak ortaya
çıktıklarında şimdiki gelişmiş ve eksiksiz yapılarıyla yaratılmış olduklarının
açık bir delilidir.
Hayvanları
da diğer tüm canlılar gibi üstün bir yaratılışla Allah var etmiştir. Bir ayette
bu yaratma şöyle haber verilmektedir:
Ve hayvanları da yarattı; sizin için onlarda
ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz. (Nahl Suresi, 5)
Yarasadaki Üstün Tasarım, Yollarımızı Nasıl
Daha Güvenli Yapacağımızı Öğretiyor
Edinburgh
Üniversitesi'ndeki araştırmacılar bir yarasa gibi ekolokasyon ile yolunu
bulabilecek akıllı kulaklara sahip bir robot üzerinde çalıştılar. Üniversitenin
enformatik bölümünden Jose Carmena ve çalışma arkadaşları yaptıkları bu robota
"RoBat" adını verdiler. RoBat'e tıpkı ağız görevi gören bir ses
kaynağı ve iki sabit ses algılayıcısı konuldu. Daha sonra robotun ağzı tıpkı
yarasadaki gibi yankılanma yapacak ses dalgalarını (ekolar) yaymak üzere
düzenlendi.
RoBat'in tasarımında, ekoları en iyi
şekilde kullanmak için yarasanın başka özellikleri de göz önüne alındı.
Yarasalar yansıtılan ses dalgalarının frekans aralığını belirlemek için
kulaklarını oynatır ve bu şekilde önlerindeki engelleri rahatlıkla aşıp,
avlarını bulup yakalarlar. RoBat de, yarasadaki gibi kusursuz bir mekanizmaya sahip
olması için ses üstü algılayıcılarla donatıldı.
Doğadan ilham alınarak hazırlanan bu tip
ses algılayıcıları sayesinde bir gün yolların daha güvenilir hale geleceği
düşünülüyor:74
Nitekim, otomobil
üreticileri, geri viteste faaliyete geçen ses üstü algılayıcılar
kullanmaktadırlar. Şoför, bu algılayıcılar sayesinde arkasında duran araba ya
da cisme ne kadar yaklaştığını öğrenebilmektedir.
Kirliliğe Karşı Balık Dedektörü
Batı
Afrika fil balığı (Gnathonemus petersii), Afrika'nın 27oC'lik
sıcak ve çamurlu sularında yaşar. Anavatanı Nijerya olan 10 cm. boyundaki bu
balık, çamurlu sularda gözlerini çok az kullanır. Yolunu, kuyruk tarafındaki
kaslarından düzenli olarak yaydığı elektrik sinyalleri ile bulur. Normalde,
dakikada 300-500 sinyal yayar. Fakat suyun kirlilik oranı arttıkça dakikada
ürettiği sinyal sayısı 1.000'i aşabilir.
İngiltere'nin Bourmounth şehrinde
kirliliği ölçmek için, fil balıklarından faydalanılarak yapılan dedektörler
kullanılmaktadır. Bourmounth'daki bir su şirketi, Stour nehrinden aldığı su
örneklerini 20 fil balığının kontrolüne vermiştir. Her balık nehirden gelen su
ile doldurulmuş bir akvaryumda yaşatılmaktadır. Akvaryumlardaki alıcılar
sinyalleri alıp bağlı oldukları bilgisayarlara iletmektedir. Eğer su kirli ise
balığın artan sinyalleri tespit edilerek bilgisayar aracılığı ile alarm
verilmektedir.75
5. BÖLÜM
CANLILAR VE UÇUŞ
TEKNOLOJİSİ
En
kusursuz uçuş makinesi hangisidir? Skorsky helikopteri mi, Boeing 747 yolcu
uçağı mı, yoksa F-18 savaş uçağı mı?
Reader's
Digest dergisinde
konu olarak kuşları ele alan bilimsel bir makale aşağıdaki cümle ile başlayarak
bu sorunun cevabını şöyle vermektedir:
Aeorodinamik
bir harika olan kuşla kıyaslandığı zaman en gelişmiş hava aracı bile sadece
kabataslak bir kopyadan öteye geçmez.79
Kuşlar mükemmel
uçuş makineleridir. Bir aracın uçabilmesi için hafif olması gereklidir. Bu,
kanadı tutturmak için kullanılan vida ve perçinler için de geçerli bir
kuraldır. İşte bu nedenle insanlar uçak imalatında hep özel malzemeler
kullanmaya çalışırlar: Sert ama hafif, aynı zamanda da darbelere dayanıklı.
Bütün çabalara rağmen bu konuda kuşlara yaklaşamadığımızı söyleyebiliriz. Siz
hiç iniş sırasında infilak eden ya da parçalanan bir kuş gördünüz mü? Ya da
uçarken gövdeye olan bağlantıları zayıfladığı için kanadı düşen bir kuş?
Kuşlardaki
kusursuz tasarımların havacılığın gelişmesinde çok büyük etkileri vardır.
Nitekim uçağın mucidi olarak kabul edilen Wright kardeşler, Kittyhawk adındaki
uçaklarının kanatlarını yaparken akbaba kanatlarının tasarımını örnek almışlardır.80
İçi boş
hafif kemikler, bu kemikleri hareket ettirecek güçlü göğüs kasları, havada
tutunmayı sağlayacak nitelikte tüyler, aerodinamik kanatlar, yüksek enerji
ihtiyacını karşılayacak bir metabolizma… Kuşların bir tasarım ürünü olduğunu
açıkça gösteren tüm bu özellikler onlara havada büyük bir hareket kabiliyeti
verir.
Kuşlar
daha pek çok bakımdan da uçaklardan çok ileridir. Örneğin kuzgun, güvercin gibi kuşlar
havada takla atabilirken, arı kuşları havada asılı kalabilirler. Havada uçarken
fikir değiştirerek ani bir hareketle bir dala konabilirler. Uçaklar ise bu tarz
manevralar yapamazlar.
Daha
uçakların keşfedilmediği zamanlarda bile kuşların uçmak için kullandıkları
kusursuz tasarım birçok mucidi etkilemiştir. Öyle ki, 19. yüzyılda bazı kimseler
evlerinde yaptıkları kanatları kollarına sıkıca bağlayarak binaların tepesinden
kendilerini boşluğa bırakıp kuşların hareketlerini taklit etmeye
çalışmışlardır. Tahmin edilebileceği gibi, bu kişilerin uçmak için sadece
kanatların yeterli olmadığını anlamaları fazla uzun sürmemiştir.
O
günlerden bugüne kadar yaklaşık 200 yıl geçti. İnsanlığın bilimsel tecrübeleri
ve araştırma-geliştirme teknikleri oldukça ilerledi. Ancak bazı kişiler hala,
en az bu mucidler kadar akıldan uzak ve boş iddialarda bulunabiliyorlar. Buna
göre, sürüngenler zaman içinde aşama aşama gelişerek kuş haline gelmişlerdir.
Kademeli evrim olarak isimlendirilen bu hayali mekanizmanın hiçbir gerçekliği
yoktur. Kuşların sürüngenlerle en ufak bir benzerliği olmayan kemik ve kas
yapıları, tüyleri, aeorodinamik kanatları ve metabolizmaları vardır.83
Kara canlılarından tamamen farklı bir yapıya sahip olan kuşların hiçbir vücut
mekanizması, iddia edildiği gibi kademeli evrim modeli ile açıklanamaz.
Uçak
Teknolojisindeki Yeni Hedef: Değişen Şartlara Göre Şekil Alan Kuş Kanadı
Kuşlar
uçarken kanatlarını maruz kaldıkları şartlara göre en iyi biçimde kullanırlar.
Sıcaklık ve rüzgar gibi değişkenlere göre gerekli değişiklikleri otomatik
olarak yapacak bir şekilde yaratılmış oldukları için de en iyi uçucu olarak
kabul edilirler. Şu anda uçak teknolojisine yön veren firmalar kuşların bu
yaratılış özelliklerinden faydalanarak projeler yapmaktadırlar.
NASA,
Boeing şirketi ve ABD Hava Kuvvetleri, uçağa yerleştirilmiş bir bilgisayardan
gelen bilgilere göre biçim değiştirme yeteneği taşıyan, cam liflerden yapılmış
esnek bir kanat tasarlamışlardır. Söz konusu bilgisayar aynı zamanda uçuş
koşullarını (sıcaklık, rüzgar kuvveti) bildiren ölçü aygıtlarının verdiği
bilgileri işleme yeteneğine de sahip olacaktır. Bilgisayar bu şekilde aldığı
bilgilere göre, kanatların eğriliğini en uygun biçimde değiştirebilecektir.84
Bu konuda
çalışan bir başka firma da Airbus'tır. Airbus da uçağın kanatlarına, tıpkı
kuşlarınki gibi uçuş koşullarına göre şekil alabilme özelliği kazandıracak
uyarlanabilen kanatlar (adaptive wings) yapmaya çalışmaktadır. Amaçları ise
yakıt sarfiyatını en aza indirmektir.85
Kısacası
kuşların uçuş şekilleri ve kanat yapıları tam anlamıyla bir tasarım
harikasıdır. Kuşlardaki bu eşsiz tasarım yıllardan beri uçak mühendislerinin
ilham kaynağı olmuştur. Allah bu canlıları uçmaya en elverişli sistemlerle
donatmıştır. Allah Kuran-ı Kerim'in bir ayetinde bu canlılara şöyle dikkat
çekmiştir:
Onlar,
üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları
Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi
hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)
Kuşların
Kanatları Uçak Teknolojisine Yön Veriyor
Kuşların
uçuşunun incelenmesi, uçak kanatlarının yapılarında önemli değişikliklere neden
olmaktadır.
Bu
değişikliklerden ilk yararlanan uçaklardan biri, bir Amerikan avcı uçağı olan
F-111'dir. Artık bu uçağın kanatlarında, yönü değişebilen hareketlerle uçağın
sağa ya da sola dönmesini sağlayan kanatçıklar bulunmamaktadır. Uçak, dönüşlerini,
kuşların yaptığı gibi, kanatlarının biçimlerini, kanadın yandan görülen
eğriliğini artırarak ya da azaltarak yapmaktadır. Bu sayede uçaklar, yön
değiştirirken dengede kalabilmektedirler.87
Akbabanın
Telekleri Havacılık Araştırmalarına Yol Gösteriyor
Bir uçak
uçarken kanadının ucunda basınç farklılıklarından dolayı büyük burgaçlar
(kanatların ucunda oluşan burgu şeklindeki hava akımları) oluşabilir. Bu tip
burgaçlar, uçuş esnasında uçakta olumsuz etkiler oluşturur.
Havacılık
araştırmaları için yapılan incelemelerde, akbabaların uçarken teleklerini
(kanatlarının uçlarında yer alan büyük tüyleri) bir elin parmakları gibi
açtıkları tespit edilmiştir. Bu gözlemin sonucunda araştırmacılar, akbabanın
kanat uçlarını örnek alarak küçük metal kanatçıklar yapmayı ve bunları
uçaklarda denemeyi düşünmüşlerdir. Bu kanatçıklar sayesinde bir dizi küçük
burgaç oluşturularak, bunların daha önceki büyük burgaçların yerlerini alması
sağlanacak, böylece burgaçların uçak üzerindeki zararlı etkisi azaltılmış
olacaktı. Deneylerle doğruluğu kanıtlanan bu düşünce şu an uçaklara uygulanmaya
çalışılmaktadır.
20. Yüzyıl
Bilimi, Böceklerin Uçmak İçin Kullandığı Aerodinamik Teknikleri Çözemedi
Bir böcek
uçarken saniyede ortalama birkaç yüz defa kanat çırpar. Hatta kanatlarını saniyede
600 defa çırpabilen böcekler bile vardır.90
Bir
saniyede bu kadar hareketin olağanüstü bir hassaslıkta yapılması, bu tasarımın
teknolojik olarak taklit edilmesini imkansız kılmaktadır.
Nitekim
California Üniversitesi'nde biyoloji profesörü olan Michael Dickinson ve
arkadaşlarının meyve sineklerinin uçuş tekniğini ortaya koyabilmek için
geliştirdikleri robot, meyve sineğinin 100 katı büyüklüğünde ve sineğin kanat
hızının ancak binde biri hızla kanat açıp kapama hareketi
gerçekleştirebilmektedir. Üstelik her beş saniyede bir kanat hareketi yapan
robot sineğin bu hareketi için 6 ayrı motor kullanılmaktadır.91
Prof.
Dickinson gibi birçok bilim adamı, yıllardır böceklerin kanat çırpma
hareketlerinin ayrıntılarını ortaya koymak için çeşitli deneyler yapmaktadırlar.
Meyve sinekleri üzerinde yapılan bu deneyler sırasında Dickinson, sinek
kanatlarının -basit menteşelerle tutturulmuş gibi- düz hareketler yapmadığını,
aksine son derece kompleks aerodinamik tekniklerden yararlandığını tespit
etmiştir. Ayrıca her çırpmada kanatların yönü değişmektedir: Aşağı hareket eden
kanatta üst kısım yukarı bakarken, yukarı harekette kanat döner ve bu kez
kanadın alt kısmı yukarı bakar. Bu kompleks uçuş tekniğini analiz etmek isteyen
bilim adamları ise, uçak kanatları için kullanılan "klasik
aerodinamiğin" yetersiz olduğunu ifade etmektedirler.
Nitekim meyve sinekleri de uçmak için
birden fazla aerodinamik özellikten yararlanır. Örneğin kanatlar bir vuruş
meydana getirdiğinde arkasında girdaplı, komplike bir hava dalgası bırakır.
Kanat geri dönerken de bunu dümen suyu gibi dalganın içinden geçirerek daha
önce kaybettiği enerjisinin bir kısmını yeniden devreye sokar. Saniyede 200 kez
kanat çırpan 2,5 milimetrelik meyve sineğinin uçmasını sağlayan kas, diğer tüm böceklerin uçuş kaslarının
arasında en güçlüsü olarak nitelendirilir.92
Ayrıca
sineklerde, kanatların yanı sıra sahip oldukları keskin gözler, denge için
kullandıkları ufak arka kanatlar ve kanatların zamanlamasını ayarlayan alıcılar
gibi daha pek çok detay da tasarımlarındaki mükemmelliği artırmaktadır.
Sinekler milyonlarca senedir bu
aerodinamik kurallardan yararlanarak uçmaktadır. Günümüzde en gelişmiş
teknolojileri kullanan bilim adamlarının bile sineklerin uçuş tekniklerini tam olarak
açıklayamamaları, yaratılışın apaçık delillerinden biridir. Allah, düşünebilen
insanlar için bir sinekte aklının ve ilminin benzersizliğini bize
göstermektedir. Kuran'da şöyle buyrulmaktadır:
"Ey
insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında
tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir
sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da
ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de." (Hac Suresi, 73)
6. BÖLÜM
HAYVANLARDAN
ÖĞRENDİKLERİMİZ
Hayvanların
her biri, insanları hayrete düşüren birçok yaratılış özelliklerine sahiptir.
Kimileri suda hareket etmelerini sağlayan en ideal şekle (hidrodinamik)
sahipken, kimileri de bizim için oldukça yabancı olan duyuları kullanır.
Bunların birçoğu insanların ilk defa karşılaştıkları, daha doğrusu yeni farkına
vardıkları şeylerdir. Biyomimikri bilimi sayesinde keşfettiğimiz bu olağanüstü
yapıların taklit edilmesiyle ortaya çıkan ürünlerin, ileriki yıllarda
yaşantımızda çok daha sık kullanılacağına hiç şüphe yoktur.
Köpek
Balığı Derisinden Örnek Alınarak Hazırlanan Mayolar ve Suyun Yüzey Direnci
1/100
saniyenin altın madalyayı belirlediği olimpiyat yarışmalarında, yarışmacılar
açısından suyun vücutlarının üzerinde oluşturduğu sürtünme direnci oldukça
önemlidir. Bu nedenle birçok yüzücü, sürtünme direncini en aza indirecek yeni
mayoları tercih etmektedir. Bu mayolar yüzücüde olabildiğince geniş bir yüzeyi
kaplar ve vücuda sımsıkı yapışır. Mayonun kumaşı, dikey reçine şeritleri üstüne
köpek balığı derisinin özelliklerini taşıyan bir dokumadan ibarettir.
Köpek balıkları üzerinde taramalı elektron
mikroskobuyla yapılan incelemelerde, balığın derisinin şeritler içerdiği
görülmüştür. Şeritler, dikey su girdapları veya su spiralleri oluşturarak suyu
balığın vücuduna daha çok yapıştırır ve suyun yüzmeye karşı direncini azaltır. Şeritlerin bu etkisi
"Ribblet etkisi" olarak bilinir ve bu konu ile ilgili NASA'nın
Langley Araştırma Merkezi'nde Ribblet deri araştırmaları yapılmaktadır. Son on
yıldır da bu etki mayolar üzerinde uygulanmaktadır.
Yeni
lifler ve yeni dokuma teknikleri ile yapılan mayolar, yüzücünün vücudunu
sararak suya en az direnç gösterecek şekilde üretilmektedir. Nitekim yapılan
araştırmalar bu mayoların diğer mayo tiplerine oranla sürtünme direncini %8
azalttığını göstermiştir.95
Amerika,
Savunmasında Engerekleri Örnek Alıyor
Pit denen
çukur organlara sahip olan, aynı zamanda "Pit Viper" olarak
isimlendirilen yılanlar "engerek yılanları" olarak bilinir. Texas
Üniversitesi Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği bölümünde profesör olan Dr.
John Pearce, pit engerekleri olarak bilinen "Crotaline"ları
incelemiştir.
Yapılan
araştırmalarda bu yılanların gözlerinin önünde bulunan ve fazla sayıda sinir
barındıran küçük çukurların, sıcakkanlı avların yerlerinin tespit edilmesinde
kullanıldıkları ortaya çıkmıştır. Pit denilen bu çukur organlar son derece
kompleks bir ısı-algılayıcı sistem içerir. Bu sistem öylesine hassastır ki,
metrelerce uzaktaki bir fareyi, zifiri karanlıkta bile algılayabilir.96
Araştırmacılar
engereğin tespit ve imha mekanizmasının sırlarını çözdüklerinde, yılanın
uyguladığı yöntemlerin ülkenin düşman füzelerden korunmasında çok daha geniş
ölçüde uygulanabileceğini ifade etmektedirler. Bununla birlikte tehlikeli
görevlerde uçuş yapan pilotların da düşman silahlarından kaçmalarına yardımcı
olabilecek sistemler geliştirilebilecektir. Dr. John Pearce, "Hava
Kuvvetleri biyolojik sistemi taklit ederek, daha iyi bir füze dedektörü
yapabilecek mi?" sorusunu gündeme getiriyor.97 Ayrıca bu amaçla yürüttüğü çalışmalarda
yılanın hassasiyetine yetişmekte oldukça zorlandığını da şöyle anlatıyor:
Biz,
esasen yılanın organının hassasiyetini örnek alıyoruz. Sinir uyarılarını
ölçebilirsiniz, fakat sorun bu uyarıların ne anlama geldiğidir. Bunu bize
söylemesi için sayısal bir model kullanıyoruz: Organa çarpan kızıl ötesi ne
kadar fazlaysa, o kadar çok sinir uyarısı olmaktadır.98
Yılanın
pit organında, kan damarları ve sinir düğümleri bakımından zengin olan çok ince
bir zar vardır. Bilim adamlarının inceleme yapabilmesi için bu zarın yaydığı
sinyallerin durulduğu bir zamanı yakalamaları gerekmektedir. Ama bu zar
öylesine hassastır ve tepkilerindeki çeşitlilik de o kadar kısa sürelidir ki,
sinyalleri yakalayıp bunlar üzerinde bir çalışma yapmak oldukça zordur. Pit
organının işleyişini anlamak için hassas ölçümler ve mikro-grafik resimler
üzerinde çalışmak gerekmektedir.
Bu örnekte
de görüldüğü gibi, doğadaki canlılar çok üstün bir akıl ve teknoloji
sergilemektedirler. Doğadaki tasarımlardan örnek alan araştırmacılar da, bu sayede
uzun yıllarını alabilecek projeler için benzersiz modeller elde etmekte ve kısa
zamanda sonuca ulaşmaktadırlar.
Bukalemunlar
ve Rengi İsteğe Göre Değişen Elbiseler
Bukalemunların
bulundukları ortama göre renk değiştirebilmeleri son derece şaşırtıcı ve en az
o kadar da estetik bir olaydır. Bukalemun öylesine üstün bir kamuflaj
yeteneğine sahiptir ki, bu işi yapmaktaki çabukluğu ile insanı hayrete düşürür.
Bukalemun,
derisinin altındaki kırmızı ve sarı renk taşıyıcılarını, mavi ve beyaz
yansıtıcı tabakayı ve en önemlisi de rengini koyulaştıran
"kramotofor" hücrelerini büyük bir ustalıkla kullanabilir.99
Örneğin
bir bukalemunu sapsarı bir ortama koyduğunuzda vücudunun renginin de hızla sarı
renge dönüştüğünü görürsünüz. Üstelik bukalemun sadece tek bir renge değil
alacalı renklere de tam bir uyum gösterebilir. Bunu başarabilmesinin sırrı ise
bu usta kamuflajcının derisinin altındaki renk hücrelerinin boyutça büyümeleri
ve hızla yer değiştirerek bulundukları yere uyum göstermeleridir.
ABD'de MIT
laboratuvarlarında bukalemunlardaki gibi renk değiştirme özelliğine sahip
elbise, ayakkabı ve çantalar yapmayı amaçlayan bir çalışma yürütülmektedir.
Üzerinde çalışılan bu teknoloji, özel bir silikon malzemenin küçük bir elektron
yüklemesi ile istenen renge dönüşmesini sağlar. Böylece, kumaş ve benzeri
materyalden üretilen her türlü giyim eşyası ve aksesuarın birkaç saniyede renk
ve desen değiştirmesi mümkün olur. Bu iş için küçük bir elektronik cihazın
kullanılması gerekmektedir.
Pille
çalışan bu cihaza, üzerinde bulunan bir klavyeden kullanılmak istenen rengin
kodunun girilmesi yeterlidir. Ne var ki bu teknoloji bugün için oldukça
pahalıdır. Örneğin bir erkek ceketinin maliyeti 10 bin doları bulmaktadır.100
Biri size
gelip bir ceket gösterse ve dese ki: "Bu ceketin renk değiştirme özelliği
var. Ama ne ceketi ne de renk değiştirme özelliğini hazırlayan biri söz konusu
değil. Hepsi kendiliğinden oldu."
Ne
düşünürdünüz? Muhtemelen bunu söyleyen kişinin "deli" ya da "son
derece cahil" olduğunu düşünürdünüz. Çünkü ceketi diken bir terzinin ve
renk değiştirme özelliğini hazırlayan bilim adamlarının var olduğu çok açıktır.
Peki,
bukalemun son derece mükemmel olan bu değişimi nasıl gerçekleştirmektedir?
Bütün bu işlemleri kendisi yapıyor, değişimi sağlayan sistemleri kendisi
tasarlayıp, vücuduna yerleştiriyor olabilir mi? Elbette ki bütün bunları
bukalemunun kendi iradesiyle yaptığını iddia etmek akıl dışı olacaktır. Bir
insanın bile böyle bir değişimi gerçekleştirmesi mümkün değilken, bir
sürüngenin kendi bedeninin görünümünü belirlemesi, hatta görünümünü
değiştirecek bir sistemi vücudunun içine yerleştirmesi kesinlikle mümkün
değildir. Böyle üstün bir yeteneğin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek de aynı
şekilde tamamen tutarsız ve anlamsız bir iddiadır.
Doğadaki
hiçbir mekanizma böyle kusursuz bir yeteneği oluşturma ve ihtiyacı olan canlıya
verme gücüne sahip değildir.
Bukalemunları
Allah yaratmıştır. Allah, yaratma sanatındaki benzersizliği bize bu gibi
örneklerle göstermektedir. Allah üstün ve güçlü olandır.
Göklerde ve
yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Diriltir ve
öldürür. O, herşeye güç yetirendir. (Hadid Suresi, 1-2)
515 Milyon
Yaşındaki Optik Tasarım
ABD'nin ünlü
bilim dergilerinden New Scientist'te yayınlanan bir makalede, bir
bilim adamının bir müzeyi ziyareti sırasında, 515 milyon yıldır bir kehribar
içinde korunarak günümüze kadar gelmiş bir sinek fosilini inceleme fırsatı
bulduğundan bahsedilmektedir. Bu bilim adamı, sineğin gözlerindeki bal peteğine
benzer yapıları ve bu yapılar sayesinde, özellikle eğik gelen açılardaki ışığı
çok daha iyi algıladıklarını fark etmiştir. Nitekim daha sonraları yapılan
araştırmalarda bu hipotez doğrulanmıştır.
Bilim adamları bugün bu bulgular
sayesinde, uydularda enerji sağlamak için kullanılan güneş panellerinden çok
daha fazla verim elde etme imkanı sağlamışlardır. Çünkü güneş panellerinde en
çok verim, paneller ısı ve ışık dalgalarını hiç yansıtmadığında alınabilmektedir.
Sineğin korneasını
inceleyen bilim adamları yeni bir anti-reflektör maddenin varlığını da
keşfetmişlerdir. Işığın yansımasını engelleyen bu madde, güneş panelleri için
çok uygun yapıya sahiptir ve üstelik bu panelleri sürekli olarak güneşe doğru
çevirmeye yarayan pahalı ekipmanların da gerekliliğini ortadan kaldırmıştır.101
Uzay
teknolojisi bu tasarımı daha yeni keşfedip kopyalarken, sinek bu özelliğe
milyonlarca yıldır sahiptir. Çok keskin, renkli görmeyi sağlayan bu benzersiz
tasarım, sineğin ne derece üstün bir yaratılış örneği olduğunu gösterir. Fakat
bu örnekler sadece, aklını kullanabilen ve yaratılan her varlığın Allah'ın
kontrolünde olduğunu anlayabilen yani iman eden insanlar için anlaşılırdır.
Bir ayette
buna benzer örneklerin inkar edenler için hiçbir şey ifade etmediği şöyle
açıklanır:
Şüphesiz
Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, örnek vermekten çekinmez.
Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu
bilirler; inkâr edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?"
derler. Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O,
fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26)
Tam
Teşekküllü Bir Su Toplama Ünitesi: Stenocara Böceği
Canlı
türlerinin nadir olarak bulunduğu çöl ortamında da insanı hayrete düşüren
tasarımlara sahip canlılar bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Stenocara
böceğidir. Nature dergisinin 1 Kasım 2001 tarihinde yayınlamış olduğu
bir haberde, Namib çölünde yaşayan bu böceğin yaşamını sürdürmesinde hayati
önemi olan suyu nasıl topladığı konu edilmiştir.
Stenocara böceğinin su toplama sistemi, esas
olarak sırtının özel tasarımına dayanır. Bu böceğin sırtı yer yer küçük
tepeciklerden oluşan bir yüzeye sahiptir. Bu tepeciklerin aralarındaki
boşlukların yüzeyi bir tür balmumu ile kaplı olduğu halde tepeciklerin
zirvelerinde balmumu yoktur. Bu durum, böceğin suyu daha etkin bir şekilde
toplayabilmesine olanak sağlar.
Böcek, çöl ortamında havada çok seyrek
olarak bulunan nemi rüzgarlardan ayrıştırarak içer. Burada herkesin dikkatini
çeken konu, Stenocara böceğinin havada uçuşan su zerreciklerini nasıl
ayırdığı ve bu işlemi çöl ortamında nasıl gerçekleştirdiğidir. Çünkü su
damlacıkları çöldeki yüksek ısı ve rüzgarlar sayesinde çok çabuk buharlaşır.
Ağırlığı neredeyse sıfır olan bu zerrecikler, çöl rüzgarlarının etkisiyle yere
paralel biçimde uçuşur. Böcek bunu bilirmişcesine hareket eder ve rüzgara karşı
eğimli bir şekilde pozisyon alır ve sırtındaki özel tasarım sayesinde havadaki
su zerrecikleri sırtının tepesinde birikip böceğin ağız kısmına doğru yuvarlanır.102
Nature dergisinde Stenocara
böceğindeki üstün tasarım için şu yorum yapılmıştır:
Biyomimetik
dalı için potansiyel oluşturmasına rağmen, damlacıkları havadan ayıran ve büyük
damlalar haline getiren bu mekanizma hala anlaşılmış değildir.103
Bu böceğin
sırtının yapısı elektron mikroskobu altında incelenmiş ve bilim adamları
böceklerdeki bu yapıların su soğutucularına, su motorlarına ve bina
kaplamalarına mükemmel bir model oluşturacağını belirtmişlerdir. Bu türden
kompleks tasarımlar kendiliğinden veya doğa olayları sonucu ortaya çıkamazlar.
Böylesine olağanüstü tasarıma sahip sistemi küçücük bir böceğin tasarlamış
olması da elbette mümkün değildir.
%100
Verimle Işık Üreten Ateş Böcekleri
Ateş
böcekleri karın kısımlarında yeşil-sarı ışık üretir. Ateş böceklerinde ışık
üreten hücreler, oksijen ve "lusiferaz" adlı bir kimyasalla
reaksiyona giren "lusiferin" adlı bir kimyasal içerir. Böcek,
hücrelerine nefes alma tüpleriyle sağladığı hava miktarını ayarlayarak ışığının
yanıp sönmesini kontrol eder. Normal elektrik ampulleri %10 verimle çalışırlar,
%90'ı ise ısı olarak açığa çıkar. Buna karşın ateş böcekleri %100'lük bir
verimle ışık üretirler. Ateş böceklerinin bu başarılı elektrik üretimi bilim
adamlarına örnek teşkil etmektedir.104
Peki ama
ateş böceklerini bu kadar verimli bir üretim yapmaya yönelten güç nedir?
Evrimcilere göre bu güç şuursuz atomlar, tesadüfler ya da hiçbir zorlayıcı gücü
olmayan dış etkenlerdir. Ancak bu saydıklarımızın hiçbiri bu verimli çalışmayı
başlatacak güce sahip değildir. Allah'ın sanatı benzersizdir ve sonsuzdur.
Allah Kuran'daki pek çok ayette aklını kullanan insanların yaratılmış olan
varlıkları düşünerek öğüt almaları gerektiğinden bahseder. Dolayısıyla insana
düşen yaratılış mucizeleri üzerinde düşünmek ve sadece Allah'a yönelmektir.
Çekirgelerden
Trafik Sorununa Çözüm!
Her yıl milyonlarca insanın hayatına mal
olan trafik kazalarına çözüm arayan bilim dünyası, şimdi çekirgelerin bu soruna
bir çözüm sunabileceğine inanmakta. Yapılan araştırmalarda çekirgelerin
milyonları aşan sürüler halinde dolaştıkları halde birbirleriyle
çarpışmadıkları tespit edilmiştir. Çekirgelerin bunu nasıl başardıkları
sorusunun cevabı ise bilim
adamları için yeni ufukların açılmasına neden olmuştur.
Yapılan
deneylerde, çekirgelerin üzerlerine gelen cisme önce elektronik sinyal
gönderdikleri ve yerini tespit edip hemen kendi yönlerini değiştirdikleri
anlaşılmıştır.105 İnsanların yıllardır çözümsüz kaldıkları bir
konuda çekirgelerin yöntemleri trafik sorununa çözüm olarak uygulanmaya
çalışılmaktadır. Bu canlılar da yaratılışın apaçık delillerindendir...
Hızlı
Trenler İçin Kuşların Uçuş Yöntemleri Örnek Alınıyor
Japon
mühendis ve bilim adamları "500 serisi" olarak adlandırılan hızlı
trenleri tasarlarken önemli bir problemle karşılaşmışlardır: Gürültü. Çözümü
kuşların mükemmel tasarımında arayan Japonlar, çok geçmeden aradıklarını bulmuş
ve başarılı bir şekilde uygulamışlardır.106
Bir
Baykuşun Uçuşu ve Hızlı Trenin Gürültüsü
Japonların
ürettiği hızlı trenlerde "güvenlik" en önemli konulardan biridir.
İkinci konu ise, Japonya çevre standartlarına uyumludur. Japonya dünyadaki
demiryolu işletmeleri içerisinde en katı "gürültü standartları"na
sahiptir. Bugün mevcut teknolojileri kullanarak daha hızlı gitmek oldukça kolaydır.
Ancak bununla beraber daha sessiz gitmek nisbeten zordur. Japon Çevre
Bakanlığı'nın düzenlemelerine göre, yerleşim merkezlerinde bir demiryolunun 25
metre uzağında gürültü seviyesi 75 desibel veya daha az olmalıdır. Kırmızı
ışıkta duran arabaların yeşil ışık yandığında aynı anda kalktıklarında oluşan
gürültü 80 desibeli geçmektedir. Bu değerlerle yapılan kıyaslama
"Shinkansen" olarak adlandırılan hızlı trenin ne kadar sessiz olması
gerektiğini ortaya koymaktadır.
Trenin
belli bir hıza ulaşana kadar çıkardığı sesin nedeni, tekerleklerin raylar
üzerindeki hareketidir. Ancak hızı 200 km/s olduğunda sesin asıl kaynağı,
trenin hava içindeki hareketiyle ortaya çıkan aerodinamik gürültüdür.
Aerodinamik
gürültünün oluşmasındaki bir numaralı etken ise tepedeki tellerden elektrik
almak için kullanılan pantograflar veya akım toplayıcılardır. Normalde
kullanılan dikdörtgen şekilli pantograflarla gürültünün azalmayacağını fark
eden mühendisler, araştırmalarını hızlı ama sessiz hareket eden canlılar
üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
Baykuş, tüm kuşlar içinde en sessiz uçuşu
gerçekleştirir. Baykuşların düşük sesle uçmasının ardındaki sırlardan bir
tanesi, kanatlarındaki kıvrımlardır. Baykuşların kanatlarında diğer kuşlarda bulunmayan pürüzlü
tüyler vardır. Bunlar gözle bile görülebilirler. "Aerodinamik ses"
hava akımında oluşan girdaplardan
kaynaklanır. Girdaplar büyüdükçe ses de artar. Baykuşun kanadında pek çok
pürüzlü çıkıntılar olduğundan, büyük girdaplar yerine küçük girdaplar oluşur ve
baykuş son derece sessiz bir uçuş gerçekleştirir.
Japon
mühendis ve tasarımcılar, doldurulmuş bir baykuşu rüzgar tünelinde teste tabi
tuttuklarında, bu kuşun kanat yapısındaki mükemmelliği bir kez daha
görmüşlerdir. Sonunda trenin üzerindeki gürültüyü, baykuşun sahip olduğu
düzensiz tüy prensibine benzeyen kanat şeklinde pantograflar kullanarak etkin
biçimde azaltmayı başarmışlardır. Bu sayede Japonların doğadan esinlenerek
taklit ettikleri pantograf benzeri sistem, "işini en sessiz olarak
yapan" ünvanını almaya hak kazanmıştır.107
Yalı Çapkını
Kuşunun Suya Dalışı ve Hızlı Trenin Tünele Girişi
Hızlı
trenin çalıştığı hat üzerinde tüneller vardır. Bu durum, mühendisler için
çözülmesi gereken başka bir problem oluşturmuştur. Tren tünele yüksek bir hızla
girdiğinde atmosferik basınç artar ve gel git dalgaları gibi dalgalara
dönüşerek tünelin sonuna ses hızı ile ulaşır. Çıkışa vardıktan sonra ise dalga
geri döner. Basıncın bir kısmı tünelin çıkışında serbest bırakılır ve bazen bir
patlama sesi oluşur.
Dalgaların
basıncı atmosferik basıncın binde birinden az olduğu için "mikro basınç
dalgaları" olarak adlandırılır. Dalgaların oluşumu ise yukarıdaki resimde
görüldüğü gibidir.
Basınç
dalgasının etkisiyle oluşan gürültü, insanları rahatsız edecek kadar fazla
olur. Tünellerin çok daha geniş yapılması ile bu gürültü azaltılabilir ancak
tünellerin kesit alanlarını büyütmek hem zor hem de çok masraflıdır.
Bunun üzerine mühendisler trenin kesit
alanını azaltıp burun kısmını yeterince sivri ve pürüzsüz hale getirmenin çözüm
olabileceğini düşünmüşlerdir.
Nitekim bir deneme treni üzerinde bu fikirlerini uygulamışlar ama yapılan
denemede trenin neden olduğu mikrobasınç dalgalarını ortadan
kaldıramamışlardır.
Bu sorun
karşısında doğada benzer durumların olabileceğini düşünen mühendis ve
tasarımcıların aklına "yalı çapkını" adlı kuş gelmiştir. Yalı çapkını
da suya dalarken, tıpkı trenin tünele girdiği zaman hava direnci nedeniyle ani değişiklikler
yaşamasına benzer değişiklikler yaşar. Çünkü yalı çapkını avlanmak için,
direnci az olan havadan direnci çok olan suya dalar.
Bu durumda
300 km/s ile giden trenlerin de yalı çapkınının gagası gibi dalışını
kolaylaştıran bir buruna ve ön yüze sahip olması gerekir.
Japon Demiryolları Teknik Araştırma
Enstitüsü ve Kyushu Üniversitesi'nde yapılan araştırmalarda, tünelin mikro
basıncını baskılamak için, "dönel paraboloid"in en ideal şekil olduğu
ortaya çıkmıştır. Yalı çapkınının
gagası yakından incelenecek olursa alt ve üst gaganın kesitinin de aynen böyle
olduğu görülür. Yalı Çapkını kuşundaki bu eşsiz tasarım sadece bir örnektir.
Doğadaki tüm canlılar, hayatlarını devam ettirmelerine imkan tanıyacak kusursuz
tasarımlarıyla insanlara örnek olacak şekilde yaratılmıştır.
Kuş Tüyleri
ve Kendi Kendine Değişen Tabelalar
Kuş
tüylerindeki keratin proteininin ve doğal boya maddesi melaninin birlikteliği
ışığın bizim görebileceğimiz şekilde kırılmasını sağlar; tüylerde gördüğümüz
açıklı koyulu renkler de bu keratin proteininin tek bir yönde konumlanmış
olmasından kaynaklanmaktadır. Kuş tüylerindeki son derece canlı renkler
tüylerin bu yapısal özelliğinden kaynaklanır.
Bu
tasarımdan esinlenen bir Japon firması, yeniden kullanılabilir işaret
tabelaları üretmiştir; bu tabelaların yüzeyleri, UV ışınları altında yapısal
değişim göstermektedir. Tabela üzerine düşen UV ışınları malzemenin kristalize
sıralanışını değiştirir ve istenen mesajı göstermesi için belirli renklerin
devre dışı kalmasını sağlar. Bu tabelalar, tekrar tekrar kullanılabilmekte veya
üzerine yeni imajlar basılabilmesine imkan tanımaktadır. Böylece hem yeni
tabela üretme maliyeti ortadan kalkmakta hem de bu üretim için gerekli olan
zehirli boyalar kullanılmamaktadır.108
Kelebekten
Bilgisayarlara Çözüm
Günümüzde
bilgisayarlar hayatımızın her anına girmiş durumdalar. Evimizde, işyerlerimizde
hatta arabalarımızda... Günün yirmi dört saatini bilgisayarların başında
geçirebiliyoruz. Bu kadar yoğun kullanıma sahip olan bilgisayarlardaki
teknoloji de her geçen gün büyük bir hızla gelişiyor. Yaşam standartlarının
yükselmesi bilgisayarların işlem hızının da aynı hızda gelişmesini gerektiriyor.
Böylece bilgisayarlar gün geçtikçe daha da hızlanıyorlar. Yeni çıkan modeller
baş döndürücü hızlara rahatlıkla ulaşabiliyor. Bilgisayarların işlem hızını
belirleyen çiplerin daha hızlı olması, daha fazla işlemi daha kısa sürede
yapabilmesi anlamına geliyor. Ancak bu çipler hızlandıkça daha fazla elektrik
kullanılmasına sebep oluyor ve bu hızlı işlemlerin sonucunda çip aşırı derecede
ısınıyor. Bilgisayar çipinin erimemesi için ise soğutulması şart. Ancak mevcut
pervane fanlar, son model çipleri soğutmaya artık yeterli olamıyor. Bu ısınma
problemine yeni çözüm arayışları içindeki çip tasarımcıları sonunda doğadan
hazır bir çözüm bulduklarını açıkladılar:
"Kelebek
kanatları, tasarımlarında mükemmel bir yapıyı da beraberlerinde taşıyor. Tufts
Üniversitesi'nde yapılan araştırma, kelebeğin kanatlarında bir soğutma sistemi
olduğunu ortaya çıkardı. Bu soğutma sisteminin bilgisayar çiplerinin mevcut
soğutma sistemi ile karşılatırıldığında çok daha yüksek bir performansa sahip
olduğu ifade ediliyor. Bu konu ile ilgili olarak, Amerikan Ulusal Bilim
Kurumu'ndan, makine mühendisi Prof. Dr. Peter Wong'un başkanlığında bir
araştırma ekibi kurulmuştur.
Kelebekler
soğuk kanlı canlılar oldukları için vücut ısılarını en verimli şekilde, devamlı
olarak düzenlemek zorundadırlar. Bu çok büyük bir problemdir. Çünkü uçarken
sürtünme ile büyük miktarda ısı oluşacaktır. Bu ısının acil olarak soğutulması
gerekmektedir. Aksi halde kelebeğin hayatını sürdürebilmesi mümkün
olmayacaktır. Çözüm ise, kanın kanatlardaki çok ince film benzeri dokuların
içinden geçirilmesi ile sağlanır. Böylece vücutta oluşan ısı giderilmiş
olur."109
Bu yeni
soğutma tekniğinin, çip üreticilerinin hizmetine girmesi için çalışmalar
sürdürülmektedir. Unutulmamalıdır ki kelebeklerdeki bu eşsiz tasarım, ilk ortaya
çıktıkları andan beri vardır. Aksi durumda kelebeklerin yaşaması mümkün
değildir. Kelebek kanatlarının böyle kusursuz bir çözümle birlikte yaratılmış
olması, bizlere yaratıcımız olan Allah'ın üstün ilim ve kudretini
göstermektedir.
7. BÖLÜM
TEKNOLOJİDEN ÜSTÜN ORGANLAR
Amerika'daki Ulusal Sandia Laboratuvarı,
12 Temmuz 2001 tarihinde yayınladığı haber bülteninde, yapılan çalışmalar
sonucunda "göz keskinliğine ve netliğine yaklaştıklarını" açıkladı.
Yayınlanan haberde "64 bilgisayarı
kullanarak dijital bir görüntü elde edildiği ve bilgisayarların bu görüntüye
ulaşmasının ise yalnızca birkaç saniye sürdüğü" belirtildi.110
Bu elbette ki çok önemli bir gelişmedir ancak burada unutulmaması gereken
bir nokta vardır:
İnsan gözü retinadaki görüntüyü saniyenin
onda biri kadarlık kısa bir sürede oluşturur ve bu görüntü yalnızca 1
milimetrekare genişliğinde bir alanı kaplar. Bu özellikleri düşünüldüğünde
insan gözünün son teknolojiye sahip 64 bilgisayardan çok daha hızlı ve
kullanışlı bir mekanizma olduğu açıkça görülmektedir.
Teknoloji
İnsan Kalbindeki Tasarıma Ulaşamıyor
Ortalama
70-80 yıl gibi uzun bir süre yaşayan bir kişinin kalbi, dakikada 70-80 kereden
bütün ömrü boyunca yaklaşık birkaç milyar defa atar. Yapay kalp üzerine
araştırmalarıyla tanınan "Abiomed" isimli şirket, bütün
araştırmalarına rağmen kalbin yıllarca başarıyla sergilediği kesintisiz
fonksiyonu taklit edemeyeceklerini ifade etmiştir. Şirketin yeni geliştirdiği
yapay kalbin 5 senede yaklaşık 175 milyon kez atması ise çok iyi bir hedef olarak
görülmektedir.111
Son
teknoloji ürünü bu yapay kalp, insanlardan önce danalarda denenmiş, ancak
danalar sadece birkaç ay süre ile hayatta kalabilmişlerdir. Birkaç ufak
değişiklikle birlikte yeni kalbin gelecek yıl insanlarda da denenmesi
planlanmaktadır. Duke Üniversitesi'nde bir biyomühendis olan ve bu konuda
yazılmış bir de kitabı bulunan Steven Vogel, araştırmacıların neden insan
kalbini taklit etmekte bu kadar zorlandıklarını şöyle açıklamaktadır:
Bizim
sahip olduğumuz motorlar, güçleri ve etkinlikleri ne olursa olsun, o kadar
farklı çalışırlar ki. Oysa kalp kası, bizim teknolojik donanımımızda bulunan
hiçbir şeye benzemeyen yumuşak, ıslak, kasılabilen bir makine gibidir. İşte bir
kalbi bu yüzden taklit edemezsiniz.112
Abiomed
şirketinin yapay kalbi de gerçek bir kalp gibi 2 karıncıktan oluşmaktadır. İki
kalp arasındaki benzerlik sadece budur. Araştırmayı yöneten Pennsylvania
Üniversitesi'nden biyomühendis Alan Snyder bu farkı "Gerçek bir kalpte
kas bir kap gibi görev görüyor ve kendisi kasılıyor" ifadeleriyle
anlatır.113 Kalple aynı prensipte çalışan pompalarda bir
kap ve bu kabın içindeki akışkanı pompalayan bir de sistem bulunur. Kalpte ise
kabın kendisi pompa işlemi görür. Alan Snyder'in bir cümle ile özetlediği fark
işte budur.
Kendi
kendine kasılan bir kabı nasıl yapacaklarını bilemeyen araştırmacılar, iki
karıncığın arasına yerleştirdikleri bir motor sayesinde, her iki karıncığın iç
duvarlarını iterek hareket ettirmişlerdir. Yapay kalp, karın içine
yerleştirilen bir pille çalışmakta, bu pil ise hastanın üzerinde taşıdığı şarj
olabilen daha büyük bir pil paketinden yayılan radyo dalgaları ile sürekli şarj
edilmek zorundadır.
Gerçek bir kalbin ise enerji için bir pile
ihtiyacı yoktur, çünkü kalbimiz kendi enerjisini her hücresinin içinde kendi
başına üretebilen benzersiz bir kas tasarımına sahiptir. Ayrıca kalbin taklit
edilemeyen özelliklerinden biri de eşi benzeri olmayan dinamik bir atım hacmine
sahip olmasıdır. Nitekim dinlenme halinde dakikada 5 litre kan pompalayan bir
kalp, egzersiz sırasında bunu dakikada 25-30 litreye kadar artırabilir. Abiomed
şirketinin yöneticisi olan Kung, bu olağanüstü tempo değişikliğini "Bu
henüz hiçbir mekanik cihazın ulaşamayacağı bir şey" diyerek ifade
eder. Şirketin yaptığı yapay kalp ise dakikada en fazla 10 litre kan
pompalayabilir ki bu da pek çok faaliyet açısından yetersiz kalır.114
Ama asıl ulaşılamayan, kalbin kendine
pompaladığı kan ile beslenmesi ve ihtiyaca göre güçlenmesidir. Böylece bir kalp
hiç bakım görmeden
50-60 sene çalışabilir. Kalp kendi kendini yenileyebilme özelliğine sahiptir.
Bu nedenle kesintisiz çalışma performansını hiçbir zaman kaybetmez. Bu da onu
taklit edilemez yapan en büyük özelliklerinden bir başkasıdır.
Bilim
adamlarının günümüz teknolojisi ile ulaşamadıkları, sadece ulaşmayı hayal
edebildikleri özelliklere sahip olan kalbimiz, benzersiz tasarımıyla
Yaratıcımızın, Yüce Rabbimiz olan Allah'ın üstün ilmini bizlere tanıtmaktadır.
Bilgisayarlardaki
Virüs Tehlikesine Karşı Bağışıklık Sistemimizden Gelen Çözüm
Siber
alemde bir bilgisayar bir virüsten etkilenecek olursa bu, dünyadaki diğer
bilgisayarların da etkilenebileceği anlamına gelir. Dolayısıyla pek çok firma,
bilgisayar network sistemlerini virüslerden korumak için bir "bağışıklık
sistemi" oluşturmanın gerekliliğini hissetmiş ve bu alanda çok sayıda
çalışma yapmaya başlamışlardır. Bu çalışmaları sürdüren merkezlerden biri de
New York'ta bulunan, IBM'in Watson Araştırma Merkezi'ndeki virüs yalıtım
laboratuvarıdır. Burası, öldürücü virüslerle çalışan yüksek güvenlikli bir
mikrobiyoloji laboratuvarıdır. Ayrıca burada, şimdiye kadar tanımlanmış 12.000
bilgisayar virüsünü teşhis edebilecek, aynı zamanda virüsü güvenli bir şekilde
bilgisayarlardan izole ve yok edebilecek programlar üretilmektedir.
Biraz önce
bahsettiğimiz siber alemdeki virüslere karşı mevcut bilgisayar sistemlerini
koruyabilecek dünya çapında bir bağışıklık sistemi kurmaya çalışan firmalardan
birisi de ünlü bir marka olan IBM firmasıdır. Firma yetkililerinden biri olan
Steve White, bu konuda çözüme ulaşabilmek için insan vücudundaki gibi bir
bağışıklık sisteminin kurulması
gerektiğini şöyle ifade etmektedir:
İnsan
ırkının varlığını devam ettirebilmesinin tek sebebi, sahip olduğu bağışıklık
sistemidir. Siber-alemin devamı için de bir bağışıklık sistemine sahip olması
şarttır.115
Araştırmacılar
bilgisayar ağları ile canlılar arasında kurdukları bu bağlantı sayesinde,
bilgisayarları tıpkı savunma sistemimizin işleyişi gibi koruyan programlar
üretmeye başlamışlardır. Onlara göre epidomoloji (salgın hastalıklarla ilgilenen
bilim dalı) ve immunolojiden (bağışıklık sistemi ile ilgilenen bilim dalı)
öğrendiklerimiz, canlı organizmaları koruduğu gibi elektronik organizmaları da
yeni tehlikelerden koruyabilecektir.
Bilgisayar
virüsleri, bilgisayarlara sızıp kendilerini kopyalayarak çoğaltacak ve girdiği
bilgisayarda hasarlar oluşturacak şekilde dizayn edilmiş sinsi programlardır.
Bu virüslerin belirtileri, tıpkı insanlarda görülen çeşitli hastalıklar gibi,
bilgisayar sisteminin yavaşlaması, bazen de esrarengiz bir şekilde dosyalarda
hasar oluşmasıdır.
Virüs tehdidine karşı bilgisayarınızı
korumayı vaad eden programlar, bilgisayarınızın hafızası tarafından daha önce
tanımlanmış virüslerin izlerini
bulmak için bilgisayarın bütün belleğindeki her kodu araştıran teşhis
programlarıdır. Bilgisayar virüsleri, yazılımcısının imzası niteliğini taşıyan
ve tanınmasına imkan veren izler barındırırlar. Bilgisayardaki virüs tarayıcı
program bu imzayı bulduğunda, bilgisayara virüsün bulaştığına dair bir uyarı
verir.
Yine de
anti virüs programlarının bilgisayarlar için tam bir koruma sağladığı
söylenemez. Çünkü bazı kişiler birkaç gün içinde yeni virüsler hazırlayıp
bilgisayar ortamlarına yerleştirebilmektedir. Bu durumda anti virüs
programlarının sürekli olarak güncellenmesi, yeni virüs izlerini tanımalarını
sağlayacak bilgilerin verilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla sistemler devamlı
yenilenmeli ve yeni geliştirilen virüslere karşı yeni anti-virüs programlarının
eklenmesi gereklidir.
Ayrıca
dünya çapında internet kullanımının yayılması ile birlikte bu virüsler de çok
büyük bir hızla yayılmaya ve bilgisayarlara ciddi hasarlar vermeye başlamıştır.
IBM firması araştırmacıları da çözümü, doğadaki örneklerin taklit edilmesinde
bulmuşlardır. Herşeyden önce bilgisayar virüslerinin de suni bir hayatı vardır
ve tıpkı doğadaki biyolojik virüsler gibi, içinde bulundukları sistemi
kendilerini çoğaltmak için kullanırlar. Araştırmacılar bu benzerlikten yola
çıkarak insanın bağışıklık sisteminin insan vücudunu nasıl koruduğunu
incelemişlerdir:
Vücut,
yabancı bir organizmayla karşılaştığında hemen istilacıyı tanıyıp etkisiz hale
getirecek bir antikor oluşturmaya başlar. Bağışıklık sistemi hastalığa yol
açabilecek hücrenin bütününü analiz etmek durumunda da değildir. İlk enfeksiyon
yatıştırıldığında, vücut ileriki bir enfeksiyonda daha hızlı karşılık
verebilmek için bu antikorlardan bir kısmını hazır tutar. İşte bu hazır tutulan
antikorlar sayesinde hücrenin tümünün incelenmesine gerek kalmaz. Nitekim
mevcut anti-virüs programları da bütün virüsü değil ama virüsün imzasını
tanıyacak bir antikor içerirler.
Görüldüğü gibi insanları teknolojik alanda
çaresiz bırakan konuların çözümleri dahi doğada mevcuttur. Her detayın
düşünülmüş olduğu kusursuz
bir işleyişe sahip savunma sistemimiz, daha biz doğmadan -bizi korumak göreviyle-
hazır bulundurulmuştur. Rabbimiz herşeyi koruyan ve gözetendir. Bir ayette
şöyle buyrulmaktadır:
… Doğrusu
benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır. (Hud Suresi, 57)
Gözden
Fotoğraf Makinasına: Görmenin Teknolojisi
Omurgalı
hayvanların gözleri, ışığın "göz bebeği" adı verilen delikten içeri
girdiği yuvarlak toplara benzer. Göz bebeğinin arkasında mercekler yer alır.
Işık önce bu merceğin daha sonra da göz yuvalarını dolduran sıvının içinden
geçer ve retinanın üzerine düşer. Retinanın üzerinde, "koni hücreler"
ve "çubuk hücreler" olarak adlandırılan yaklaşık yüz milyon hücre
vardır. Çubuklar aydınlığı ve karanlığı ayırt edebilirken, koniler renkleri
seçerler. Bu hücreler, üzerlerine düşen ışığın etkisiyle oluşan imajı elektrik
sinyallerine çevirip optik sinir ağı aracılığıyla beyne yollar. Gözler ışık
yoğunluğunu göz bebeğini çevreleyen iris aracılığıyla ayarlar. İris ise,
yapısında bulunan minik kaslar sayesinde büyüyüp küçülebilir. Bu, fotoğraf
makinelerindekine benzer bir mekanizmadır. Makinaya giren ışık miktarı,
"diafram" adı verilen mekanik bir iris aracılığıyla ayarlanmaktadır.
Phil Gates Wild Technology adlı kitabında, fotoğraf makinalarının gözü
taklit eden basit bir model olduğunu şöyle açıklar:
Fotoğraf makinaları, omurgalı
gözlerinin ilkel ve mekanik bir versiyonudur. Bu makinalar aslında aynen göz gibi,
önlerindeki açıklık dışında içine ışık geçirmeyen kutulardır. Görüntüyü retina
yerine bir film üzerine yansıtırlar. Gözlerde görüntüye odaklanma merceğin
şekli değiştirilerek olur. Fotoğraf makinalarında ise bu işlem merceğin filme
olan mesafesi değiştirilerek gerçekleştirilir.116
Netlik
Ayarı
Fotoğraf
çekilirken yapılacak ilk işlem netlik ayarıdır. Görme işleminde de,
etrafımızdaki görüntülerin duyarlı tabaka üzerine net olarak düşmesi için aynı
işlemin yapılması gerekir. Fotoğraf makinelerinde bu işlem elle, gelişmiş
kameralarda ise otomatik olarak yapılır. Daha özel amaçlarla kullanılan
mikroskop ve teleskoplarda da netlik ayarı yapılır. Ancak yapılan bu işlem her
durumda vakit kaybına neden olur.
Oysa insan
gözü bu ayarı sürekli olarak ve çok kısa bir süre içinde kendi kendine yapar.
Üstelik kullanılan yöntem taklit edilemeyecek kadar üstündür. Göz merceği,
çevresinde bulunan kaslar sayesinde görüntüyü retina üzerine düşürür. Yapısı son
derece esnek olan ve kolay biçim değiştiren bu mercek, gerektiğinde
bombeleşerek, gerektiğinde gerilerek ışığın düştüğü noktayı sabit tutar.
Eğer gözde
bu ayar kendiliğinden yapılmasaydı, örneğin insan baktığı noktaya bir düğme
yardımı ile odaklama yapmak zorunda kalsaydı, görmek için sürekli özel bir çaba
harcaması gerekecekti. Görüntü bir netleşip bir bulanıklaşacaktı. Bir nesneye
bakıldığında görebilmek zaman alacak, bunun sonucunda tüm hareketlerimiz
yavaşlayacaktı.
Ancak
Allah gözlerimizi kusursuz olarak yaratmıştır ve dolayısıyla bu sıkıntıların
hiçbirini yaşamayız. Hiç kimse, karşısında belli bir uzaklıkta duran nesneyi
net olarak görmek istediğinde, aradaki mesafeyi, merceğin odaklama ayarını ve
bunlarla ilgili birçok optik hesaplamaları yapmakla uğraşmaz. Nesneyi net
görebilmek için yalnızca ona bakmak yeterlidir. Geri kalan tüm işlemler
otomatik olarak göz ve beyin tarafından halledilir. Üstelik bütün bu işlemler
yalnızca bir isteme süresinde gerçekleşir.
Işık Uyumu
Bir fotoğraf makinesiyle gündüz çekilen
fotoğraf net olur. Ancak aynı film ve makineyle gece yıldızlar çekildiğinde
fotoğrafta hiçbir şey gözükmez. Oysa göz kapaklarımız saniyenin onda biri gibi
kısa bir zamanda açılıp kapanmalarına rağmen geceleri yıldızları çok net bir
şekilde görebiliriz. Çünkü gözlerimiz çok çeşitli aydınlanma koşullarına ve
değişik ışık şiddetlerine göre kendisini her an otomatik olarak ayarlayabilir.
Bunu sağlayan, gözbebeğinin etrafındaki kaslardır. Eğer ortam karanlık olursa bu kaslar açılır, gözbebeği
genişler ve göze daha çok ışığın girmesi sağlanır. Eğer ortam aydınlık olursa
bu sefer kaslar kapanır, gözbebeği küçülür ve içeri giren ışığın miktarı
azaltılır. Bu sayede hem gece hem gündüz görüntü net olur.
Renkli
Dünyaya Açılan Pencere
Göz,
görüntünün aynı anda hem siyah-beyaz, hem de renkli fotoğrafını çeker. Daha
sonra bu fotoğraflar beyinde sentezlenerek normal görüntü halini alır.
Retina
tabakasında bulunan çubuk hücrelerinin görevi, bakılan nesnenin biçimini
siyah-beyaz olarak ayrıntılı bir şekilde algılamaktır. Koni hücreleri ise
nesnenin renklerini tespit ederler. Sonuçta, her iki hücreden alınan
sinyallerin değerlendirilmesiyle, dış dünyanın görüntüsü şekillenir ve renkli
bir halde beynimizde oluşur.
Gözdeki
Üstün Teknoloji
Fotoğraf makinesi göze göre son derece
ilkel bir yapıya sahiptir. Hatta gözün görüntü iletme tekniği en gelişmiş
kameralardan bile kat kat üstündür. Sonuç olarak da gözün ilettiği görüntü insanoğlu tarafından
yapılmış herhangi bir aletin iletebildiği görüntüden çok daha kalitelidir.
Bir TV
kamerasının çalışma prensipleri incelenirse sözü edilen gerçek daha iyi
anlaşılır. Bu kameranın çalışma ilkesi görüntülerin değil, bir görüntüyü
yeniden oluşturacak olan ışıklı nokta dizilerinin iletilmesine dayanır. Bu
yüzden kamera karşısındaki nesne, satır denilen belirli sayıda kuşağa bölünür
ve de yayın sırasında bir "tarama" işlemine başvurulur. Bir fotosel
lamba, böyle bir satırın bütün noktalarını soldan sağa birbiri ardınca tarar.
Hepsinin ışık durumunu değerlendirir ve sonunda bunlara dayanarak birtakım
sinyaller verir. Bir satırı baştan sona kadar taradıktan sonra, bir sonraki
satıra geçer ve tarama işlemi böylece sürüp gider. Bu fotoselin çalışma ritmi,
bir görüntünün 625 ya da 819 satırını 1/25 saniyede tarayabilecek şekilde
hesaplanmıştır. Böylece bütün bir görüntünün tamamlanması bitince, yeni bir
görüntü iletilir. Bu şekilde iletilen bildirilerin sayısı çok fazladır ve
sinyaller baş döndürücü bir tempoyla üretilir.
Gözün tüm
bu anlattıklarımızdan çok daha üstün bir işleyiş mekanizmasına sahip olduğu
dahası hiçbir bakım ve parça değişimine ihtiyaç duymadığı düşünülürse yapısının
ne kadar hayranlık verici ve mükemmel olduğu daha net bir şekilde anlaşılır.
Tıp teknolojisi geliştikçe de insan
gözünün ne kadar büyük bir mucize olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Göz hakkında
elde edilen bilgilerin teknolojiye uyarlanmasıyla da her geçen gün çok daha
gelişmiş kameralar, fotoğraf
makineleri ve sayısız optik sistem üretilmektedir. Ancak, teknoloji ne kadar
ilerlese de yapılan elektronik aletler gözün ilkel birer taklidi olmaktan öteye
gidememiştir. Bilgisayar destekli kameralar da dahil olmak üzere hiçbir insan
buluşu alet, göze rakip olamaz.117
Peki
gözdeki bu kompleks yapı nasıl ortaya çıkmıştır?
Kuşkusuz
bu yapının tesadüfler sonucunda ya da uzun zaman içinde kendi kendine oluşması
mümkün değildir. Göz tek bir parçası eksik olsa işlevini yerine getiremeyecek
bir yapıya sahiptir. Hiçbir tasarım tesadüfen oluşamaz, gözde çok açık ve
benzersiz bir tasarım vardır ve elbette o da tesadüfen var olmuş değildir.
Canlı-cansız tüm varlıklar gibi gözümüzü de var eden Yüce Allah'tır. Böylesine
kompleks "organik makina"nın bizlere verilmiş olması, Allah'a
şükretmemiz için bir vesiledir. Kuran-ı Kerim'in bir ayetinde Allah şöyle
buyurmaktadır:
De ki: 'Sizi
inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur.' Ne az
şükrediyorsunuz? (Mülk Suresi, 23)
Bilim
Adamları Gözü Taklit Etmeye Çalışıyorlar
Gözün
gerçekleştirdiği işlemlere hayranlık duyan ve gözün üstün tasarımını teknolojik
alanda taklit etmek isteyen bilim adamları, son zamanlarda bu konu hakkında
birçok çalışma yapmaktadırlar. Bu sayede doğada bulunan canlıları ve kusursuz
mekanizmaları da daha yakından inceleme imkanı bulmuşlardır. Biyomimetik
alanında yapılan bu çalışmalar teknolojik alandaki gelişmelere büyük hız
kazandırmaktadır.
Bilgisayar
Devrelerinin Tasarımı, Doğadaki Örneklerinden Taklit
Ediliyor
Gözümüzün
sinir hücreleri olan "retina hücreleri" gelen ışığı tanıyıp yorumlar.
Retina hücreleri daha sonra değerlendirilen bu bilgileri bağlantıda oldukları
diğer hücrelere iletir. Gözümüzdeki tüm bu işlemler yeni bilgisayarlara model
oluşturmuştur:
Retina
hücrelerinin yaptığı iş yalnızca ışığı algılamakla sınırlı değildir. Retina
birbirleriyle olağanüstü bir yoğunlukta bağlantı oluşturmuş sinir hücrelerinden
oluşur. Işığa ait sinyaller beyne iletilmeden önce sayısız işlemden geçirilir.
Örneğin retinayı oluşturan hücreler cisimlerin kenarlarını hesaplar, ışık
sinyalinin gücünü artırır, aydınlık ya da karanlığa göre uyum sağlayarak
düzeltmeler yapar. Günümüzün güçlü bilgisayarları da benzeri işlemleri yerine
getirebilmektedir. Ancak retinadaki sinir ağı bu iş için, bilgisayarlara
nispeten çok daha az bir enerji kullanır.118
California
Teknoloji Enstitüsü'nden Carver Mead başkanlığında bir araştırma ekibi,
retinada kolayca gerçekleştirilen işlemlere imkan tanıyan tasarımın sırrını
araştırmaktadır. Carver Mead, Caltech firmasından biyolog Misha Mahowald
ile birlikte retinadaki sinir ağına benzer yapıda elektronik devreler
tasarlamıştır. Yapılan bu devrelerde gözdeki gibi ışık algılayıcıları
bulunmaktadır. Algılayıcılar tıpkı retinada olduğu gibi bir diğer algılayıcıyla
bağlantı halindedir. Kullanılan direnç, amfi gibi elektronik devre
parçalarının, ışık algılayıcılarının, retina hücreleri gibi kendi aralarında
haberleşebilmelerine imkan tanımaktadır.119
Ancak tüm
çabalara rağmen, bu devreyi, retina ağında olduğu gibi birebir olarak taklit
edebilmek mümkün olmamıştır. Çünkü canlı bir retinadaki hücrelerin ve bunların
arasındaki bağlantıların sayısı çok fazladır. Bunun yerine tasarım mühendisleri
şu an için, retinadaki sinir ağının ön işlemlerini nasıl yaptıklarını anlamaya
çalışıp, aynı işi yapabilen daha basit devreler tasarlamaktadırlar.
Sinek
Kulağındaki Tasarım İşitme Aletlerinde Devrim Yapacak
California Üniversitesi Beyin Araştırma
Enstitüsü'nün fizyoloji bölümündeki araştırmacılar, daha hassas işitme
cihazları üretebilmek için doğadaki işitme sistemlerini incelemeye almışlardır.
Yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda Ormia ochracea adlı sinek türünün
kulağının, sahip olduğu
olağanüstü tasarımıyla işitme aleti dizaynında bir devrim yapacağı
anlaşılmıştır. Bu sineğin kulağı, sesin geldiği yönü mükemmel bir şekilde
tespit edecek şekilde tasarlanmıştır. Nörobiyolog Ron Hoy bu durumu şöyle
anlatır:
Bugüne
dek, sesin geldiği yönü tayinde insan kulağının en iyi olduğunu zannediyorduk.
Birbirinden 15 cm uzaklıkta yer alan iki kulağımız sayesinde, ses kaynağının
yeri hakkında yeterli ipucu elde edebiliyoruz. Oysa Ormia sineği, kulaklarının
arasında yarım milimetrelik bir mesafe olmasına rağmen sesin kaynağını tüm
canlılardan daha iyi tespit edebiliyor.120
Ormia
sineğinin, sesin geldiği yeri hatasız olarak bulabilmesi soyunun devamı için
şarttır, çünkü larvalarına besin kaynağı olabilecek bir cırcır böceği bulmak
zorundadır. Ormia yumurtalarını, bulduğu bu cırcır böceğinin üzerine bırakarak
çıkacak asalak larvaların onunla beslenmelerini sağlar.
Ormia sineğinin, cırcır böceğinin yerini bulması için tasarlanmış hassas kulakları
vardır. Şarkı söyleyen cırcır böceğinin yerini o kadar milimetrik saptar ki,
koca ormanın içinde hedefini yalnızca 2
derecelik bir hata payıyla yakalar.
İnsan
beyni de sesin yerini tespit için Ormia ile aynı yöntemi kullanılır. Bunun
için, sesin önce yakındaki kulağa, daha sonra uzakta kalan kulağa ulaşması
yeterlidir. Ses dalgası kulak zarına çarptığında bu etki elektrik sinyaline
çevrilerek hemen beyne iletilir. Sesin iki ayrı kulağa kaç milisaniye farkla
ulaştığını hesaplayan beyin, böylece sesin geldiği yönü hemen saptar. İnsanda
bu hesaplama 10 milisaniyede sonuçlanır. Oysa bu sinek türü, aynı hesabı
toplu-iğne başı büyüklüğündeki beyniyle, insandan bin kat daha hızlı bir
şekilde gerçekleştirir.121
Bu sineğin
minik olmasına rağmen oldukça işlevsel olan kulak tasarımı,
"ORMİAFON" adı altında, işitme aleti ve dinleme cihazlarının
yapımında taklit edilmeye çalışılmaktadır. Görüldüğü gibi, küçücük bir sinek
dahi evrim teorisinin 'tesadüfen oluşma' safsatasını kökünden çürüten çok üstün
bir yapıya ve tasarıma sahiptir. Yine aynı küçük sinek, her parçası ve
özelliğiyle onu yaratan sonsuz ilim ve kudret sahibi Yaratıcımızın üstün
yaratma sanatını sergiler. Böyle küçücük bir sineğin değil kendi kendine, evrim
gibi hayali bir süreçle oluşması, akıl ve zeka sahibi insanların hepsinin biraraya
gelmesi, en son teknolojileri ve imkanları seferber etmeleri ile dahi meydana
getirilmesi mümkün değildir.
Küçücük
bir sinek bile Allah'ın üstün yaratmasının apaçık delillerindendir.
8. BÖLÜM
BİYOMİMETİK VE MİMARİ
Mimari tasarımlar yapılırken doğadaki
örneklerden yararlanmak günümüzde son derece yaygın olan bir yöntemdir. Çünkü
doğadaki tasarımlar her yönden kusursuzdur. Enerji tasarrufu, estetik, kusursuz
işlevsellik, sağlamlık gibi mimari bir tasarımda olması gereken bütün
özellikler doğadaki örneklerinde eksiksiz olarak mevcuttur. Her ne kadar
insanların karşısında örnek almaları için çok üstün sistemler bulunsa da
bunların taklitleri hiçbir zaman asılları kadar iyi ve pratik olamamaktadır.
Doğada var
olan tasarımın taklit edilebilmesi ve mimari yapılarda uygulanabilir hale
gelmesi için yüksek derecede mühendislik bilgisi gerekmektedir. Oysa doğadaki
canlılar ne yapı statiği, ne de mimari tasarım bilgisine sahiptir. Böyle bir
eğitim alma imkanları da yoktur. Tüm canlılar Allah'ın kendilerine ilham ettiği
şekilde hareket etmektedir. Ürettikleri mimari harikaların tek kaynağı budur.
Allah bir ayette tüm canlıların Kendi kontrolü altında olduğunu şöyle bildirir:
... O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği
hiçbir canlı yoktur... (Hud Suresi, 56)
Sağlam ve
Hafif Çatılara Örnek Olan İstiridye Kabukları
Midye ve
istiridye kabuklarının görünümü, zıt yönlerdeki eğrilikleri nedeniyle "dalgalı saç"lara benzer. Bu şekil
kabuklara, ince olmalarına karşın çok büyük basınçlara dayanabilme özelliği
kazandırmaktadır. Onların bu formları, mimarların çeşitli çatı ve tavan
tasarımları için model olmuştur.124 Örneğin Kanada'da Royan Çarşısı'nın
çatısı istiridye kabuğunun bu özelliği örnek alınarak hazırlanmıştır.
Münih
Olimpiyat Stadı ve Yusufçuğun Kanatları
Yusufçuk
böceğinin kanatları, milimetrenin 1/3.000'i kalınlığındadır. Bu kadar ince
olmasına rağmen oldukça dayanıklıdır. Bunun nedeni kanatlarının, sayıları
1.000'e varan bölmelerden oluşmasıdır. Bu bölmeli yapı sayesinde hayvanın
kanatları yırtılmamakta, uçarken oluşan basınca dayanabilmektedir. Münih
Olimpiyat Stadı'nın çatısı da (alttaki fotoğraf) aynı özellik gözetilerek
yapılmıştır.
Nilüfer Çiçeğinden Kristal Saray'a...
Londra'da,
1851'deki 1. Dünya Fuarı için yapılmış olan "Kristal Saray", cam ve
demirin biraraya gelmesiyle oluşturulmuş bir teknoloji harikasıydı. Bu saray 35
m. yüksekliğinde ve yaklaşık 7.500 m2 lik bir alan kaplıyordu.
Ayrıca 30 x 120 cm. ebadında, 200.000 den fazla cam panel içeriyordu.
Kristal
Saray, Joseph Paxton adındaki bir peyzaj mimarı tarafından tasarlanmıştı.
Paxton bu yapısında fikir olarak Victoria amazonica adındaki bir nilüfer
çiçeğinden esinlenmişti. Bu nilüfer türü zarif görünümüne karşın, insanları
bile üzerinde taşıyabilecek kadar kuvvetli, kocaman yapraklara sahiptir.
Paxton bu
yaprakların altını incelediğinde, bunların kaburga benzeri bir yapı ile
desteklenmiş olduğunu fark etmiştir: Yaprağın merkezinden çevreye doğru yayılan
lif şeklinde uzantılar vardır. Bu uzantıların arası da daha ince çaprazlamasına
yerleşmiş başka bir doku ile desteklenir. Paxton nilüfer yaprağındaki kaburgaya
benzer yapıyı demir taşıyıcılarla, yaprağın asıl dokusunu ise cam ile
özdeşleştirmiştir. Bu sayede, cam ve demirden yapılma, hafif ama aynı zamanda
geniş bir alanı kaplayacak kadar sağlam çatılı bir bina yapmayı başarmıştır.125
Nilüfer bitkisi Amazon nehrinin dibindeki
bataklığın içinde büyümeye başlayarak nehrin yüzeyine doğru uzanır. Amacı
yaşayabilmesi için gerekli olan ışığa ulaşmaktır. Suyun yüzeyine vardığında
büyümesini durdurur. Hemen ardından burada üstü dikenli yuvarlak tomurcuklar
oluşturmaya başlar. Tomurcuklar birkaç saat gibi kısa bir sürede, boyu
neredeyse iki metreye varan dev yapraklara dönüşürler. Çünkü ne kadar bol
yaprakla nehrin üzeri kaplanırsa o kadar çok güneş ışığından yararlanılarak
fotosentez yapılacaktır.
Nilüfer
bitkisinin ihtiyaç duyduğu bir başka şey de oksijendir. Ne var ki bitkinin
köklerinin bulunduğu çamurlu nehir yatağında oksijen yoktur. İşte bu sebeple
nilüferler, köklerinden çıkan sapları yukarıya, yapraklarının bulunduğu su
yüzeyine doğru uzatırlar. Kimi zaman boyu 11 metreye varan bu saplar yapraklara
bağlanır ve yaprakla kök arasında oksijen taşıyan bir kanal görevi görürler.126
Acaba bir
nehrin derinliklerinde yaşama yeni başlayan tomurcuk, ışığa ve oksijene ihtiyaç
duyduğunu, noksanlığı durumunda yaşayamayacağını, ihtiyacı olan şeylerin suyun
üzerinde mevcut olduğunu nereden bilir? Yaşamaya yeni başlayan bir varlık, ne o
suyun bir bitiş noktasının olduğundan, ne güneşin, ne de oksijenin varlığından
haberdardır.
Dolayısıyla
evrimcilerin mantığıyla bakarsak, bu bitkilerin çoktan ortam şartlarına yenik
düşmüş, soylarının tükenmiş olması gerekirdi. Oysa nilüferler tüm
mükemmellikleriyle bugün de karşımızdadır.
Amazon
nilüferleri suyun üzerindeki ışığa ve oksijene ulaştıktan sonra, dev
yapraklarının sularla dolup batmaması için kenarlarını yukarıya doğru
kıvırırlar. Aldıkları tüm bu tedbirlerle yaşamlarını devam ettirebilirler ancak soylarının devamlılığı için daha fazlasına
ihtiyaçları vardır. Polenlerini başka bir nilüfere taşıyacak bir canlıya
ihtiyaç duyarlar. Bu canlı, kınkanatlı böceklerdir çünkü kınkanatlılar beyaz
renge karşı özel bir zaafla yaratılmışlardır. Dolayısıyla da konmak için Amazon
nehrinin onca cazip çiçeğinin yanında bembeyaz olan bu nilüferleri seçerler.
Amazon nilüferleri de soylarının devamlılığını sağlayacak olan bu konukları
geldiğinde, tüm yapraklarını kapatarak, kaçmamaları için onları hapseder ve
onlara bol bol polen ikramında bulunurlar. Onları ertesi geceye kadar
alıkoyduktan sonra serbest bırakır ve tekrar aynı polenleri kendi üzerlerine
getirmemeleri için renklerini değiştirirler. Bembeyaz olan bu görkemli
nilüferler artık pespembe olarak Amazon nehrini süslemeye başlarlar.
Hiç kuşku
yoktur ki arka arkaya gelen tüm bu kusursuz ve ince hesaplanmış planlar
herşeyden habersiz bir nilüfer tomurcuğunun eseri değildir.
Burada
özetle anlatılan tüm bu detaylar, kainattaki her varlık gibi bitkileri de
yaşamaları için en uygun sistemlerle birlikte Allah'ın yarattığını bize
gösterir.
Kemiklere Dayanıklılık Kazandıran Yapı
Bir
mühendislik harikası olarak kabul edilen Eiffel Kulesi'nin tasarımına neden
olan olay, kulenin inşaasından 40 yıl öncesine dayanır. Bu olay, o yıllarda
İsviçre'nin Zürih şehrinde "uyluk kemiğinin anatomik yapısı"nı ortaya
çıkarmayı amaçlayan çalışmadır.
1850'li
yılların başında, anatomist Hermann Von Meyer, uyluk kemiğini kalça eklemine
bağlayan parçayı inceliyordu. Uyluk kemiğinin leğen kemiğine oturduğu yer kendi
ekseni dışındaki bir kıvrım üzerinde bulunmaktaydı. Von Meyer, dikey
konumdayken 1 ton ağırlığı kaldırabilecek bir kapasiteye sahip uyluk kemiğinin
içinin tek parça halinde değil, birbiri içine geçmiş kafes şeklindeki minik
çubuklardan (trabeculae) oluştuğunu gördü.
1866
yılında İsviçreli mühendis Karl Cullman, Von Meyer'in laboratuvarını ziyaret
etti. Anatomist Meyer, Cullman'a incelediği kemiğin bir bölümünü gösterdi.
Cullman kemiğin, üzerinde oluşacak yük ve basınç etkisini azaltacak bir
tasarıma sahip olduğunu fark etti. Bu tasarım kemiğin içindeki uzantıların,
insan ayakta durduğunda kemiklere etki eden kuvvet hatları boyunca düzenlenmiş
olmasıydı. Bir mühendis olan Cullman aynı özelliğin bir dizi çivi ve destek
sistemi ile sağlanabileceğini düşündü. Daha sonra Eiffel Kulesi'nin inşası
sırasında bu düşüncelerini uygulama fırsatı buldu.
Eiffel
Kulesi de uyluk kemiğindeki gibi, demir kıvrımları, metal çivi ve desteklerden
oluşan karışık bir kafes örgü ile inşa edilmiştir. Bu örgü sayesinde kule,
rüzgarın eğme ve makaslama kuvvetleri ile oluşan basınca rahatlıkla
dayanabilmektedir.127
Bitkilerden Örnek Alınan Kubbe Tasarımı
İnşaat ve
mimaride genellikle yaygın ve düz yüzeyler tercih edilir. Oysa doğada bu tip
yüzeylere daha çok eğrisel yerleşmiş lifler arasında rastlayabilirsiniz.
Örneğin muz bitkisi böyle bir yapıya sahiptir. Mimarlar ve inşaat mühendisleri
muzun bu formunu kullanarak 'jeodezik kubbe' olarak adlandırılan yapı tarzını
geliştirmişlerdir. Jeodezik kubbe sayesinde, büyük mekanları az malzeme
kullanarak kapamak mümkün olmuştur. Üstelik mekanın içi bol miktarda gün ışığı
alabilmekte ve sistem çok çabuk bir şekilde monte edilebilmektedir. Bu nedenle
bu yapı daha çok sera ve fuar alanı inşasında uygulanmaktadır.
Işınlıların Kubbe Mimarisine Örnek Olan
Tasarımları
Suda
yaşayan organizmalar olan ışınlılar ve diatomlar eşsiz birer mimari yapı
kataloğu niteliğindedirler. Birçok mimar projelerini bu canlılardan esinlenerek
hazırlamaktadır. 1976'da Kanada'nın Montréal şehrinde kurulan EXPO 76
fuarındaki ABD pavyonu bu yapılara bir örnektir. Pavyonun kubbesi tasarlanırken
ışınlılardan esinlenilmiştir.128
Arıların Peteklerindeki Depreme Dayanıklı
Tasarım
Arı
peteklerinin inşasında son derece önemli detaylar vardır. Bu detaylardan biri
de peteklerin dayanıklılığıdır. Arılar birbirlerine yön tarif ederken kovanda,
bu boyutlarda bir yapı için deprem kabul edilebilecek titreşimler oluşur.
Peteğin duvarları bu ufak depremleri emer. Nature dergisi, bu üstün
yapının mimarlara, depreme dayanıklı binalar inşa etmede fayda sağlayacağını
belirtmiştir. Haberde Almanya'nın Wurzburg Üniversitesi'nde görevli olan
Jurgen Tautz bu konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
Kovanlardaki
titreşimler arılar tarafından oluşturulan minyatür depremler gibidir,
dolayısıyla yapının buna nasıl bir tepki verdiğini görmek oldukça ilginç.
Titreşimlerin emilmesini anlamak, mimarlara, binaların depremlere karşı hangi
taraflarının daha dayanıksız olacağını söylemede yardımcı olacak. Bundan sonra
bu kısımları kuvvetlendirebilirler ya da binaların kritik olmayan kısımlarına
zararlı titreşimleri emecek zayıf noktalar yerleştirebilirler.129
Bütün
bunlardan da anlaşıldığı gibi, arıların büyük bir ustalıkla inşa ettikleri
petek, kusursuz bir tasarım harikasıdır. Dolayısıyla petekteki bu yapı
mimarlara ve bilim adamlarına ışık tutmakta, yeni fikirler vermektedir.
Arıların peteklerini böylesine kusursuz yapmalarını sağlayan şey, evrimcilerin
iddia ettikleri gibi tesadüfler değildir. Arılara bu özellikleri, bu şaşırtıcı
yetenekleri veren sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah'tır.
Örümcek Ağlarından Örnek Alınan Mimari
Tasarımlar
Bazı
örümceklerin kurdukları ağlar, çalıların üzerine bırakılmış bir örtüye benzer.
Zemin boyunca yayılan ağ, çalıların uçlarına tutturulan gergin iplikçiklerle
taşınır. Bu taşıma sistemi, örümceğe, sağlamlıktan ödün vermeden, oldukça geniş
bir alanda ağ kurmasına imkan tanır.
Bu harika
yöntem, büyük mekanların üstünü kapamak amacıyla insanlar tarafından birçok
yapıda taklit edilmiştir. Bu yapılardan bazıları şunlardır: Cidde Havaalanı Hac
Terminali, Münih Olimpiyat Stadyumu, Sidney'deki Ulusal Atletik Stadyumu,
Kanada ve Münih'teki hayvanat bahçeleri, ABD'de Denver Havaalanı ve
Cambridge'teki Schlumberger Araştırma Merkezi binası.
Örümceğin
bu yöntemleri kendi kendisine geliştirebilmesi için uzun süre mühendislik
eğitiminden geçmiş olması gerekir. Elbette ki böyle bir şey mümkün değildir.
Örümcekler ne yapı statiği, ne de mimari tasarım bilirler. Örümceklerin
kurdukları ağlar, "Yaratılış Gerçeği"ni gözler önüne seren
dellillerden yanlızca biridir.
9. BÖLÜM
CANLILARI TAKLİT EDEN ROBOTLAR
Derin
deniz dipleri, radyoaktif alanlar veya uzay boşluğu gibi yerler insanların
çalışmaları için hep riskli bölgeler olmuştur. Gelişen elektronik ve bilgisayar
teknolojisi, bu gibi yerlerde iş yapabilen ve robot olarak isimlendirdiğimiz
makineleri yapmaya imkan tanımıştır. Sonuçta robot bilimi de elektronik ve
mekanikten ayrılarak "robotik" adlı ayrı bir bilim dalı olmuştur.
Bugün robotlarla uğraşanların gündeminde yeni bir kavram vardır:
"Biyomimetik robotik"
Robot yapımıyla uğraşan bilim adamları ve
mühendisler, artık yaptıkları işe özgü robotlar tasarlamanın pek pratik
olmadığını düşünmektedirler. Bu nedenle işin yapılacağı ortamda yaşayan bir
canlıyı ya da o canlının bir özelliğini taklit eden robotlar yapmayı daha
akılcı ve kolay bulmaktadırlar. Örneğin çölde yapılacak bir keşif için akrebe
ya da karıncaya benzeyen, deniz dibindeki bir araştırma içinse balığa ya da
ıstakoza benzeyen bir robot yapmak gibi... İşte "biyomimetik
robotik"in ilgi alanına böyle robotlar girmektedir. "Neurotechnology
for Biomimetic Robots" (Biyomimetik Robotlar İçin Sinir Teknolojisi)
isimli kitapta konuyla ilgili şu bilgilere yer verilmiştir:
Biyomimetik
robotlar hızlı, daha ucuz ve gerçek dünya koşulları ile baş edebildikleri için
geleneksel robotlardan farklıdır. Bu robotların mühendisliği, dayandıkları
biyolojik sistemlerin biyomekanik ve fizyolojik seviyelerde anlaşılmasından
kaynaklanır.
…
Nihai hedef, insan operatörlere ihtiyaç duymadan, sadece duyumsal etkileşime
dayanarak çevresiyle ilişkiye girebilen ve yönünü bulabilen bağımsız bir robot
geliştirebilmektir.130
Bilim
adamlarını doğadaki canlıları taklit etmeye iten şey, kusursuz vücut
tasarımlarıdır. "Karlsruhe eli" olarak bilinen robot elini yapan Hans
J. Schneebeli bu konuda şunları söyler:
Robot
eller üzerinde ne kadar çok çalışırsam insanların sahip oldukları ellere de o
kadar çok hayran oluyorum. İnsan elinin yaptığı işin bir kısmına bile
ulaşabilmemiz için daha çok zamanın geçmesi gerekir.131
Bazen bir
canlının tek bir özelliğini bile taklit etmek için bilgisayar, mekanik,
elektronik, matematik, fizik, kimya ve biyoloji gibi bilim dallarının önde
gelen isimlerinin biraraya gelmesi gerekmektedir. Hal böyle iken evrimci
düşünce, bugün hala son derece karmaşık bir düzene sahip canlıların bir planlama
olmaksızın kendi kendine olaşabileceğini iddia edebilmektedir.
Robotik Bilimi
Denge Sorununu Yenmek İçin Yılanları Taklit Ediyor
Robot
bilimi ile uğraşanların en sık karşılaştıkları sorunlardan biri de
dengedir. En son teknoloji ürünü donanıma sahip olarak yapılan robotlar bile
yürürken dengelerini kaybedebilmektedir. 3 yaşındaki bir çocuğun çok rahatlıkla
yapabildiği "dengeyi yeniden kurma" özelliğinden yoksun olan robotlar
bu durumda işlevsiz kalmaktadır. Nitekim NASA'nın Mars görevi için hazırladığı bir
robot, bu sorun yüzünden hiç kullanılamamıştır. Robotik uzmanları bunun
üzerine, denge sağlayıcı bir düzenek kurmak yerine dengesi hiç bozulmayan bir
canlıyı, yılanları taklit ederek soruna çözüm bulmaya çalışmışlardır.
Yılanların vücutları diğer hayvanların
yapamayacağı şekilde, deliklere ve çatlaklara girebilecek şekilde
yaratılmıştır. Omurgalılar gibi sert iskeletleri ve uzuvları yoktur.
Gövdelerinin çapını büyütüp küçültebilirler. Dallara sarılabilir ve kayaların
üstünden geçebilirler. Yılanların bu özellikleri NASA Araştırma Merkezi
tarafından geliştirilen ve "snakebot" adı verilen bir insansız uzay aracına ilham
kaynağı olmuştur. Tasarlanan bu yılan robotta, robotun hiçbir engele takılmadan
devamlı denge halinde ilerlemesi hedeflenmiştir.132
İç Kulaktaki
Denge Merkezi Robotik Uzmanlarını Hayrete Düşürüyor
Tüm
bedenimizi her saniye sürekli olarak kontrol eden ve ip üstünde yürüyen bir
cambazın ihtiyaç duyduğu hassaslıkta ayarlar yapabilen denge sistemimizin
önemli bir parçası iç kulakta yer alır.
İç
kulaktaki bu denge merkezine "labirent" adı verilir. Labirent, her
biri yarım daire şeklindeki üç küçük kemikten oluşur. Bu kemiklerin içleri bir
tüp gibi boştur. Yarımdairelerin çapları 6,5 milimetre, içlerindeki boşluğun,
yani kesitlerinin çapı ise 0,4 milimetre boyutundadır. Her üç yarım daire de
çok özel açılarla birbirlerine bağlanırlar. Bu açılar incelendiğinde, her
yarımdairenin üç boyutlu geometrinin temeli olan x, y ve z koordinatlarına
karşılık geldiği ortaya çıkmıştır.
Labirentte bulunan bu üç yarımdairenin her
birinin içinde, özel bir sıvı
yer alır. Bu sıvının içinde gezindiği yüzeyde de tüycüklü hücreler vardır. Biz
başımızı sağa sola çevirdiğimizde, yürüdüğümüzde ya da herhangi bir hareket
yaptığımızda, bu yarımdairelerin içindeki sıvı hareket eder ve tüycükleri
titreştirir. Tüycüklerdeki bu titreşim, aynı salyangozda olduğu gibi
tüycüklerin bağlı olduğu hücrelerin iyon dengesini değiştirir ve elektrik
sinyali üretir.
İç
kulaktaki labirentte üretilen bu elektrik sinyalleri, labirentten çıkan sinirler
aracılığıyla beynimizin arka tarafındaki "beyincik" adlı organa
iletilir. Labirentten beyinciğe mesaj taşıyan sinirler incelendiğinde, bunların
içinde 20 bin ayrı küçük sinir lifi olduğu saptanmıştır.
Beyincik,
iç kulaktaki labirentten gelen bu bilgileri her an yorumlar. Ancak dengeyi
sağlamak için başka bilgilere de ihtiyaç vardır. Bu nedenle beyincik, gözlerden
ve vücudun dört bir yanındaki kaslardan da devamlı olarak bilgi alır. Tüm bu
bilgileri müthiş bir hızla analiz eder ve vücudun yerçekimine göre konumunu
hesaplar. Bundan sonra ise, bu hesaplamaya dayanarak, kasların nasıl bir
hareket yapmaları gerektiğini belirler. Ortaya çıkan sonuç, kaslara yine
sinirler aracılığıyla emir olarak bildirilir.
Bu
olağanüstü işlemler, saniyenin yüzde biri kadar bile sürmeyen bir zaman dilimi
içinde gerçekleşir. Biz de, içimizde gerçekleşen bu mucizenin hiç farkında
olmadan rahatlıkla yürür, koşar, en zor sporları yaparız. Oysa bu işlerin tek
bir anı için vücudumuzda gerçekleştirilen hesaplamaları kağıda döksek, binlerce
sayfa formül yazmamız gerekecektir.
Denge
sistemi, içiçe geçmiş birçok kompleks mekanizmanın uyum içinde çalışmasıyla
işlev gören kusursuz bir sistemdir. Modern bilim ve teknoloji ise, bu sistemi
taklit etmek bir yana, çalışma prensiplerini dahi ayrıntılarıyla çözmeyi
başaramamıştır.
Elbette
böylesine kompleks bir sistemin evrim teorisinin iddia ettiği gibi
rastlantılarla ortaya çıkması mümkün değildir. Bu sistem, Yüce Allah'ın
varlığının ve sonsuz kudretinin delillerinden biridir.
Bu gerçeği
farkına varan bir insanın sorumluluğu
ise, kendisine böyle bir organı vermiş olan Allah'a şükredici olmaktır.
Çölün Zorlu
Şartlarına Karşı Koyabilen Robot Akrep
ABD'de
faaliyet gösteren DARPA adlı kuruluşun üzerinde çalıştığı projelerden biri de
robot akreptir. Projede akrep modelinin seçilmesinin nedeni, robotun çölde
görev yapacak olmasıdır. Akrep, yaratılışı itibariyle son derece zorlu şartlara
sahip çöllerde bile yaşayabilir. Akrebin seçilmesinin bir diğer nedeni de
toprakta kolaylıkla ilerleyebilmesine rağmen reflekslerinin memelilerinkinden
daha basit ve taklit edilebilir olmasıdır.133
Araştırmacılar
robotu geliştirmeden önce gerçek akrepleri gözlemlemek için uzun zaman
harcamışlardır. Akrebin tüm eklemleri işaretlenmiş ve yürüyüşü iki kamera ile
kayda alınmıştır.134
Daha sonra
bu akrebin yürüş esnasında bacakları arasındaki organizasyon ve koordinasyon
çıkarılarak model akrebe uyarlanmıştır.
Akrep
projesinde robotun görevi sadece çölde 40 kilometre ötede bulunan bir hedefe
girmek ve geri dönmektir. Ancak robotun bu görevi hiçbir yönlendirme almadan
kendi kendine yapması hedeflenmiştir.135
Boston
North Eastern Üniversitesi'nden Frank Kirchner ve Alan Rudolph tarafından
tasarlanan 50 santimetrelik akrebin karmaşık sorunları çözme yeteneği yoktur.
Robot akrep bir sorunla karşılaştığında sadece refleksleriyle hareket
etmektedir. Bu, onu durduracak herhangi bir şeyin mesela bir kayaya takılmanın
üstesinden gelmesine olanak sağlamaktadır. Robotun önünde iki tane ultrasonik
algılayıcı vardır. Eğer boyunun yarısından yüksek bir engelle karşılaşırsa
etrafını dolaşmaya çalışacaktır. Eğer sol taraftaki dedektör bir engel teşhis
ederse otomatik olarak sağa yönelecektir. Bu robottan belirli bir bölgeye
gidip, kuyruğundaki kamera ile üsse resim göndermesi de istenebilmektedir.
ABD ordusu
akrebin Arizona'daki denemelerinden çok etkilenmiştir. Robotun yolunu bulma
yeteneğinin özellikle şehirler gibi, engellerle dolu olan savaş alanlarında
faydalı olması umulmaktadır.136
Robo-lobster,
Sudaki Akıntıları Istakozun Belirlediği Gibi Belirleyecek
Istakozlar
dalgalı ve bulanık sularda, taşlı, kumlu veya yosunlu yüzeylerde bile
rahatlıkla hareket edebilirler. Böyle zorlu ortamlarda tam donanımlı dalgıçlar
bile ilerlemekte zorlanırlar. Şimdiye kadar deniz dibinde kullanılmak üzere
yapılan hiçbir robot böyle bir yerde başarılı olamamıştır.
Northeastern
Üniversitesi (Boston MA) Deniz Bilimleri Bölüm Yöneticisi Joseph Ayers,
ıstakozu taklit eden bir robot geliştirme projesine liderlik yapmaktadır. Ayers
projenin amacını şöyle açıklıyor:
Teknik
hedefimiz, hedef ortamdaki hayvan sisteminin performans avantajlarını
yakalamaktır. 137
Robotun,
madenlerin bulunması ve açılan madenlerde çalışması düşünülüyor. Ayers bu işler
için yine ıstakozun ne kadar uygun olduğunu ise şöyle dile getiriyor:
Robotun
su altı madenlerini ararken yapacaklarının, bir ıstakozun yemek ararken yaptığı
davranışlara uymasını bekliyoruz.138
Istakozların
hızlı hareket eden suda yuvarlanıp kaymalarını engelleyecek bir yapısı vardır.
Hayvan en zor şartlarda bile istediği yönde hareket edebilir ve düzgün olmayan
yüzeylerde ilerleyebilir. Aynı şekilde robot da durmak ya da yerinde sabit
kalmak için kuyruğunu ve pençelerini kullanacaktır.
Robottaki
mikro elektromekanik algılayıcılar (MEMS) ıstakozun dünyayı algılayışını taklit
etmektedir. Robot, hareketlerini su içindeki akımlara ve dalgalanmalara göre
ayarlayabilecek yapıdadır. Bunun için ıstakoz robota özel su akımı
algılayıcıları ve antenler takılmıştır. Gerçek bir ıstakoz, akıntının yönünü
tüylü organları ile belirler. Robot ıstakozda ise aynı işi elektromekanik
algılayıcıların yapması planlanmıştır.139
Istakozun
Koku Almak İçin Kullandığı Teknik
Suda
yaşayan ıstakoz ve yengeç gibi canlılar, uygun bir eş veya besin bulmak ya da
avcılardan kaçmak için koku alma duyularını kullanırlar. California, Berkeley
ve Stanford Üniversiteleri'nden araştırmacıların katıldığı bir çalışma,
ıstakozların etraflarındaki dünyayı nasıl kokladıklarını ortaya çıkarmıştır.
Istakozlar
çok hassas bir koku alma duyusuna sahiptirler. Bu duyu, koku sensörleri
geliştirmeye çalışan robot mühendislerinin önünde yeni ufuklar açacak
özellikler taşımaktadır. California, Berkeley Üniversitesi'nde Biyoloji
Profesörü ve College of Letters & Science adlı derginin başyazarı
olan Mimi A. R. Koehl bu konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir:
Eğer
dalgıçları göndermek istemediğiniz zehirli bölgelere yollayacak insansız
taşıtlar ya da robotlar yapmak istiyor ve bunların kokuya göre yer
belirlemesini istiyorsanız, bunlar için burun veya koku alan antenler tasarlamalısınız.140
Istakozlar
ve diğer deniz kabukluları, antenlerini koku kaynağına hafifçe vurarak koku
alırlar. Bundaki amaç, antenlerinin ucunda bulunan ve kimyasal yollardan
algılama yapabilen tüyleri koku molekülleriyle temas ettirmektir. Karaib Denizi'nde
yaşayan Panulirus argus adlı ıstakozun antenlerinin boyu 30 cm'yi bulur.
Uçlarında yarık bulunan antenin dış tarafı tüylü bir fırça görünümündedir.
Burası kokulara karşı oldukça duyarlıdır.
California, Berkeley Üniversitesi'ndeki
Mimi A. R. Koehl liderliğinde bir grup araştırmacı antenlerini vuran mekanik
bir ıstakoz yapmışlardır. Rasta Lobsta
adı verilen robot ile yapılan deneme ve gözlemlerle, ıstakozların koku almak
için kullandıkları tekniğin detayları araştırılmıştır.
Istakoz
antenini, koklamak istediği şeyin üzerine hızla vurmakta fakat geri çekerken
daha yavaş davranmaktadır. Böylece koku bulaşmış olan su, tüylerin arasında
hareket etmeyerek daha uzun kalmaktadır.
Istakozun
kokuyu algılayabilmesi için ideal bir anten vuruş ve geri çekiş hızı vardır.
Yapılan deneyler, antenin farklı bir hızda hareket ettirilmesi halinde suyun
duyarlı tüyler arasında akmayacağını ve hayvanın koku alma duyarlılığının
azalacağını göstermiştir. Bunun anlamı şudur:
Istakoz çok küçük bir yerdeki en ufak koku farklılıklarını bile tüyleri
vasıtasıyla yakalayabilmektedir. Bunun için de antenini özel bir teknikle
kullanmaktadır.141
Yeni
Mekanik Sistemlerin Öncüsü: Solucanların Kas Yapısı
Solucan
derisi son derece etkileyici bir tasarıma sahiptir. Hayvanın silindir biçimindeki
vücudunu kaplayan derisi, çapraz sarmallar biçiminde kuşatılmış liflerden
oluşur. Vücut duvarındaki kasların kasılması, derideki kısa ve kalın olan
liflerin uzun ve ince bir şekle girerek hayvanın vücudundaki iç basıncın
artmasına, böylece biçim değiştirmesine sebep olur. İşte solucanların hareket
etmesini sağlayan mekanizmanın temeli de budur.
Şu an bu
benzersiz mekanik sistem, Reading Üniversitesi Biyomimetik Merkezi'nde yeni
projelere ilham kaynağı olmaktadır: Söz konusu projelerden birinde çok sayıda
silindirik yapı solucandaki gibi yerleştirilmiştir. Bu arada silindirlerin
içinin su emebilecek polimer bir jelle doldurulması planlanmıştır. Su
kullanarak jelin şişmesi ve kasılması sağlanacaktır. Böylece kimyasal enerji
yalnızca gereken yerde mekanik enerjiye dönüşecek ve meydana gelen basınç
tamamen güvenli bir şekilde sarmal biçimli bir torbada hapsedilecektir. Jeldeki
şişme ve kasılmanın bu şekilde kontrol altına alınmasıyla oluşturulan sistemin
yapay bir kas olarak etkili biçimde çalışacağına inanılmaktadır.142
İnsanların
örnek aldıkları her canlı, onların sahip oldukları her sistem iman eden
insanlar için Allah'ın birer ayeti (delili)dir. Bu gerçek Casiye Suresi'nde
şöyle bildirilmiştir:
Sizin
yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim
için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)
Geko
Kertenkelesinin Ayakları Teknolojiye Ufuk Açıyor
Geko adlı
kertenkeleler duvarları hızla tırmanarak tavana yapışabilir ve burada
rahatlıkla yürüyebilirler. Uzun yıllardır yürütülen çalışmalar sonucunda
hayvanın bu becerisinin hangi üstün tasarımdan kaynaklandığı bulunmuştur.
Şimdiye kadar hayali film kahramanı "örümcek adam" gibi dikey
yüzeylere hızla tırmanmayı sağlayacak bir yeteneğin ne şekilde mümkün
olabileceği bilinmiyordu. Ancak gekonun tek bir adımı özellikle robot
tasarımcıları için çok büyük gelişmelere yol açmıştır. Bunlardan bazılarını
şöyle sıralayabiliriz:
-
Kaliforniyalı araştırmacılar kertenkelenin yapışkanlı parmaklarının hem kuru
hem de kendi kendini temizleyen yeni bir sentetik yapıştırıcının
geliştirilmesine yardımcı olacağını düşünmektedirler.143
- Gekolar
ayaklarıyla sürtünme kuvvetinden 600 kat daha büyük bir yapışkan güç üretirler.
Bu tarz bir yapışma tekniğine sahip, geko benzeri ayaklarla yapılacak robotlar,
duvarlarda yürüyerek yanan bir binadaki mahsur kalmış kişileri kurtarma için
kullanılabilir. Daha küçük araçların kullanıldığı tıbbi uygulamalarda ve
bilgisayar mühendisliğinde ise kuru bir yapışkan olarak büyük faydalar
sağlayabilir.144
-
Bacaklarıyla bir yüzeye dokunduklarında otomatik olarak tepki veren yaylar gibi
hareket ederler. Bu da beyni olmayan robotlar için oldukça iyi bir metottur.
Gekonun ayakları defalarca kullanımda bozulmaz; kendi kendini temizler ve
vakumlu ortamlarda ve su altında da çalışır.145
-
Nano-ameliyatlar sırasında kaygan vücut parçalarını birarada tutmaya
yarayabilir.146
- Araba
lastiklerinin yolu daha iyi kavraması sağlanabilir.147
-
Teknelerin, köprülerin, iskelelerin çatlaklarının onarılmasında, uydular için
düzenli bakımın sağlanmasında kullanılabilir.148
- Geko ile
yapılacak robotların yerleri, camları, tavanları, dik zeminleri temizlemesi
mümkün olabilir. Ayrıca sadece dik yüzeylerin tırmanılması değil, karşılaşılan
engellerden de etkilenme olmayacaktır.149
10. BÖLÜM
DOĞADAKİ
TEKNOLOJİ
Teknoloji, bir sanayi dalı ile ilgili
yapım yöntemlerini ve kullanılan aletleri kapsayan bilgilerin tümü demektir.
Teknoloji üretmek kolay bir iş değildir. Tanımdan da anlaşılacağı gibi biraraya
getirilmesi gereken unsur sayısı oldukça fazladır. Bir konuda teknoloji
üretebilmek için ilk önce tam bir bilgiye sahip olmanız gereklidir. Daha sonra
bu bilgiyi kullanacak bilim adamları ve teknik elemanların sağlanması şarttır.
Bu elemanların işe yaraması için gerekli materyaller ve bu materyallerin işleneceği
bir de tesis olmalıdır. İşte tüm bu nedenlerden dolayı teknolojik ürün üretmek
kolay değildir. Zaten "teknolojik" olarak nitelendirilebilecek
ürünlerin geçmişi pek de uzak değildir. Günümüzde bile teknoloji üreten
ülkelerin sayısı son derece azdır.
Bugün
bilim çevreleri birçok yatırım, bilgi ve araştırma sonucunda ortaya çıkan
teknolojik ürünlerin pek çoğunun benzerlerinin doğada var olduğuna şahitlik
etmiştir.
Wild Technology kitabının yazarı, ünlü bilim adamı Phil Gates bu gerçeği şu
cümlelerle dile getirir:
İcatlarımızın en iyilerinin çoğu, ya
aynen diğer canlılardan taklit edilmiştir ya da onlar tarafından zaten
kullanılmaktadır. Henüz gezegenimizi paylaştığımız çok sayıda canlı
organizmanın sadece küçük bir kısmını keşfedebildik. Bir yerlerde,
keşfedilmemiş milyonlarca organizma arasında, hayatımızı kolaylaştırıp
geliştirebilecek doğal icatlar bulunuyor. Bunlardan yeni ilaçlar, inşaat
malzemeleri, zararlı böcekleri kontrol yöntemleri ve kirlilikle mücadele
yolları öğrenilebilir.150
Gökyüzünden yeryüzüne ve denizlerin
derinliklerine kadar etrafımız sayısız birer yaratılış örneği olan "doğal
teknoloji harikaları" ile donatılmıştır. En basit bir endüstriyel ürünün
bile bir tasarlayıcısı ve üretim yeri vardır. Bu durumda dev fabrikalarla ya da
karmaşık makinalarla kıyaslanamayacak kadar mükemmel sistemlere sahip
canlıların tesadüfen ve kendi kendine, doğa şartları sonucunda ortaya çıktığını
iddia etmek elbette ki son derece ciddi bir akılsızlık olur.
Her canlı
üstün ve mükemmel bir tasarıma sahiptir. Bu mükemmel tasarımlar ilk
yaratıldıkları anda kusursuz ve eksiksiz olarak ortaya çıkmışlardır. Çünkü
Allah, "kusursuzca var eden"dir.
Bu bölümde
doğadaki, yaratılış harikalarından bazılarını, mevcut bazı teknoloji ürünleri
ile kıyaslayarak inceleyeceğiz. Bu örnekleri
bizler için birer düşünme vesilesi olarak görmeliyiz. Çünkü Allah,
Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
(Bunlar,)
'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir
zikirdir. (Kaf Suresi, 8)
Bitkilerdeki
Işık Sensörleri
Bazı bitkiler
ışık yoğunluğuna karşı duyarlıdır. Gece olunca yapraklarını toplayıp
kapatırlar. Hatta bu işi, hava bulutlanıp ışık azaldığında yapan çiçekli
bitkiler bile vardır. Bilim adamları bunun, çiçeklerdeki polenlerin geceleri
oluşan çiğden ve yağmurdan korunması amacıyla yapıldığını düşünüyorlar. Bizler
de ışığın yoğunluğunu algılayan sensörler kullanırız. Bu sensörler gece olup
hava karardığında yanan, gün ışıyınca sönen lambalarda kullanılır.151
Eider
Ördeği ve Isı Yalıtım Sistemi
Bedenlerimiz
gün içinde aldığımız besinleri sindirerek ısı üretir. Bu ısıyı kaybetmemenin en
iyi yolu ısının çok çabuk kaçmasını engellemektir. Bunun için zaman zaman kat
kat kıyafetler giyeriz. Bu durumda sıcak hava her kat arasında tutularak
hapsedilir ve dışarı kaçamaz. Bu şekilde enerji kaybını engellemeye
"yalıtım" denir.
Eider
ördeği de bu yöntemi kullanır. Bu kuşun tüyleri diğer pek
çok kuş gibi hem uçmasını sağlar hem de hayvanı sıcak tutar. Eider ördeğinin
oldukça yumuşak ve kabarık göğüs tüyleri vardır. Ördek göğüs tüylerini
kullanarak yuva yapar. Böylece hem yumurtalarının hem de yumurtadan çıkan
yavrularının soğuyarak üşümesine engel olur. Eider ördeğinin tüyleri sıcak hava
katmanlarını tuttuğu için en iyi doğal ısı yalıtkanıdır.152
Bugün
dağcılar, ısıyı yalıtma kapasitesi yüksek olan tüylerden yapılmış özel kabanlar
giyerek vücutlarını sıcak tutuyorlar. Bu kabanlardaki tüylerin yalıtım özelliği
Eider ördeğininkiyle tamamen aynıdır.
Canlılardaki
Fiber Optik Teknolojisi
Fiber
optik teknolojisinde bir ayna gibi ışığı yansıtma özelliğine sahip saydam cam
kablolar kullanılır. Fiber optik kablolar kolayca eğilip bükülebildikleri için
içlerindeki ışık en girintili çıkıntılı köşelere bile taşınarak kullanılabilir.
Ayrıca fiber optik kablolar kendilerine yüklenen elektronik mesajları diğer
kablolardan çok daha iyi iletme özelliğine de sahiptir.
Kutup ayısının kürkü doğal bir fiber optik
kablo gibidir. Solgun kutup ışığını doğrudan ayının bedenine taşır. Tüylerin bu
özelliği o kadar iyidir ki, hayvanın cildi kutup iklimine rağmen güneşte
yanarak koyulaşır (Tüyler fiber optik kablo özelliğinde oldukları için güneş
ışınları ayının postu yokmuş gibi direkt cildiyle temas eder). Burada ışık
ısıya çevrilerek ayının vücudu tarafından emilir. Ayı, postundaki tüylerin bu
özelliği sayesinde soğuk kutup ikliminde bile bedenini sıcak tutabilir.153
Ayılardan
örnek alınabilecek tek şey tüylerinin yapısı değildir: Ayılar kış uykusunu tam
6 aya varan sürelere kadar sürdürebilirler ve bunu boşaltım sistemlerini
durdurarak ve kendilerini zehirlemeden yaparlar. Bunun nasıl olduğunu
araştırmak, diyabetle mücadeleye katkıda bulunabilir.155
"Karşıt Akışlı Isı
Değiştiricileri" Kullanan Kutup Kuşları
Soğuk
iklimlerde yaşayan kuşların ayakları genellikle ya soğuk suyun içinde ya da
buzun üstündedir. Buna rağmen bu hayvanların ayaklarının donması gibi bir şey
söz konusu olmaz. Çünkü hepsinin ısı kaybını en aza indiren bir dolaşım
sistemleri vardır. Bu kuşlarda sıcak ve soğuk kan, ayrı damarlarda akar. Ancak
bu damarlar birbirlerine çok yakındır. Böylece aşağı doğru akan ılık kan,
yukarı doğru çıkan soğuk kanı ısıtır. Bu aynı zamanda ayaklardan vücuda geri
dönen kanın çok soğuk olması nedeniyle oluşacak şok etkisini de azaltır.
"Karşıt akışlı" olarak isimlendirilen bu doğal ısı değişim sistemi
makinalarda kullanılanlarla aynıdır.156
Mühendisler böyle sistemleri "karşıt
akışlı ısı değiştiricisi" olarak adlandırırlar. Bu sistemlerde birbirinden
ayrı fakat bitişik kanallardaki iki akışkan (sıvı veya gaz) birbirlerine karşıt
yönlerde akarlar. Bir kanaldaki akışkan diğer kanaldakinden daha sıcaksa, ısı
sıcak akışkandan soğuk akışkana geçer.
Bitkiler
Elektrik Anahtarı Kullanabilir mi?
Venüs
etobur bir bitkidir. Bitki, üzerine konan bir böceği kapanındaki tüylere
dokununca yakalar. Tüyler bir elektrik devresi gibi davranır. Tüye dokunulduğu
anda elektrik sinyalleri yayılır ve bitki hücrelerindeki su dengesi değişir. Su
alıp şişen hücreler de kapanı kapatırlar.157
Elektrik
devrelerinde de akım kontrolü için kullanılan anahtarlar Venüsün tüyleri gibi
çalışır. Anahtar açıkken devreden akım geçmez. Anahtar kapatılıp devre
tamamlandığında elektrik tekrar tellerde akmaya başlar. Hayvanlar ve bitkiler
buna benzer birçok biyolojik anahtarı, organizmalarının ilgili bölümlerine
sinyal taşıyan elektrik akımlarını başlatmak veya kesmek için kullanırlar.158
Aslında
Venüsün elektrik devresi birbirine seri bağlanmış iki anahtar gibi çalışır:
Kapanın kapanması için iki tüyün uyarımı gereklidir.159
Bu, yağmur gibi bir nedenle kapanın gereksiz yere kapanmaması için alınmış bir
tedbirdir.
Aslında
Venüs bitkisinin ne elektrik akımı, ne de bu akımların geçmesini sağlayan
elektrik anahtarları hakkında bir bilgisi yoktur. Venüs bitkisinin, konuyla
ilgili herhangi bir eğitim alması da mümkün değildir. O halde bir bitki, bir
insanın bile özel bir çalışma yapmadan öğrenemeyeceği bu bilgileri nereden
bilmekte ve hatasız olarak nasıl kullanmaktadır?
Elbette
bitkinin bir aklı dolayısıyla herhangi bir öğrenme yeteneği bulunmamaktadır. Bu
bitkiyi böylesine mükemmel bir sistem ile yaratan herşeyin hakimi olan Yüce
Allah'tır.
Sinir Hücrelerindeki Yalıtım Olmasaydı
Sinir
lifleri, beyinden kaslara ve diğer organlara mesajlar gönderir ve bu mesajları
beyne geri iletir. Sinir liflerinin dışı "miyelin" adı verilen yağlı
özel bir madde ile kaplanmıştır. Eğer miyelin maddesi olmasaydı ya elektrik
sinyalleri çevredeki dokulara sızarak mesajı bozacak ya da vücuda zarar
verecekti. Miyelin tıpkı elektrik kablolarının etrafındaki plastik yalıtım
malzemesi gibi görev görür.161
Elektrik kabloları hem dokunanların zarar
görmemesi, hem de elektrik kaçağı yapıp güç kaybına sebep olmamaları için
yalıtılırlar. Bu iş için sert ve dayanıklı olduğundan plastik malzemeler
kullanılır.
Çayır
Köpeklerinin Havalandırma Tekniği
Birçok
hayvan düşmanlarından korunmak için özel bir yetenek gerektiren yer altı
sığınakları inşa eder.
Bu
sığınaklardaki tüneller yüzeyden belli bir seviyede ve yere paralel olmak
zorundadır. Aksi takdirde buraları kolaylıkla su basabilir. Tüneller eğer
keskin eğimler verilerek şekillendirilirse bu sefer çökme riski ortaya çıkar.
Tünel inşaatlarındaki bir başka husus da hava ihtiyacının problemsiz olarak
karşılanmasıdır.
Çayır
köpekleri sosyal hayvanlardır. Büyük gruplar halinde yer altında kazdıkları
yuvalarda yaşarlar. Nüfusları arttıkça yeni yuvalar açar, bu arada yuvalarını
tünellerle birbirlerine bağlarlar. Bazen yuvaların kapladığı alan bir şehir
kadar bile olabilir. Böyle bir yeraltı şehrinde havalandırma hayati bir öneme
sahiptir. Bu nedenle çayır köpekleri tünellerin yeryüzüne açıldığı yerlerde
volkana benzeyen havalandırma kuleleri inşa ederler. Bu kuleler yer altı
şehirlerine hava akımı çekilmesini sağlar.
Hava yüksek basınç alanlarından alçak
basınç alanlarına doğru hareket eder. Çayır köpeklerinin yaptıkları kulelerin
kimileri alçak, kimileri de yüksektir. Aradaki bu yükselti farkı tünel
çıkışlarında basınç farkı oluşmasına neden olur. Böylelikle hava, üzerinde
alçak basınç oluşan kuleden girerek yüksek basınç oluşan kuleden çıkar.
Tünellere çekilen hava bütün yuvalardan geçer, böylelikle mükemmel bir
havalandırma sistemi kurulmuş olur.162
Çayır
köpeklerinin tünellerindeki gibi bir havalandırma yapabilmek için tünel açma
tekniğini, alçak ve yüksek basıncın ne olduğunu, bunların yükselti ile ilgili
değişimlerini bilmek gerekir. Tüm bunlar ise bilinç gerektiren, yapılan işte
akıl ve muhakemenin varlığına işaret eden davranışlardır. Bu durumda çayır
köpeklerindeki bu aklın kaynağının araştırılması gerekir ki bu aklın çayır
köpeklerine ait olmadığı veya evrimcilerin iddia ettiği gibi kör tesadüfler
sonucunda ortaya çıkamayacağı çok açıktır.
Çayır
köpeklerini de dünyadaki tüm canlılar gibi Allah yaratmıştır. Allah, insanların üzerinde düşünmeleri için sayısız örnek var eder.
Akıl sahibi her insanın yapması gereken, düşünmek ve vicdanının sesini dinleyerek
gördüğü her güzellikte Allah'a yönelmektir. Çünkü Allah bağışlayandır, sonsuz
adalet sahibi olandır. Allah Kuran'da iman eden kullarını şöyle
müjdelemektedir:
Rabbiniz,
sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da,
(kendisine) yönelip dönenleri bağışlayıcıdır. (İsra Suresi, 25)
Yaban Arıları ve Kağıt Endüstrisi
İnsanlar
ağaç kütüklerini bir dizi kimyasal işlemden geçirerek daha sonra kağıda
dönüşecek olan bir tür hamura çevirirler. Kağıt yapımının doğal mucitleri ise
yaban arılarıdır.
Yaban
arıları yuvalarındaki petekleri yapmak için kağıt kullanırlar. Arı bu kağıdı
kendi tükürüğüyle karıştırdığı çiğnenmiş tahta parçalarından yapar.
Mobilyacılıkta kullanılan suntalar da yaban arısının kullandığı yöntemin aynısı
ile üretilir. Sunta üretiminde arının tükürüğü yerine tutkal kullanılır.163
Yaban
arıları üstün bir ağaç işleme ve kağıt fabrikası gibidir. Ancak onlar, oldukça
büyük endüstriyel kuruluşların yaptığı tüm işlemleri küçücük bedenlerinde
yaparlar. Bu, kağıt endüstrisinin yaban arılarından daha öğrenebileceği çok şey
olduğunu gösterir.
Filin Hortumu Örnek Alınarak Yapılan Robot
Kol
Bilim
adamlarının robot kol tasarlarken en çok zorlandıkları konulardan biri kolun
hareket özelliğidir. Bir robot kolun işe yarayabilmesi için, o işin
gerektirdiği tüm hareketleri yapabilmesi şarttır. Allah doğadaki canlıların
uzuvlarını, ihtiyaçlarını tam karşılayabilecek hareket kapasitesine sahip
olarak yaratmıştır. Bu konudaki en çarpıcı örneklerden biri de fillerin
hortumudur.
Filin 50 bin
adet kasla çevrili hortumu164 mükemmel yapısı sayesinde çok fazla
incelik ve hassasiyet gerektiren işlemleri yapabilme kabiliyetine de sahiptir.
Ayrıca hayvan hortumunu istediği her yöne doğru hareket ettirebilir.
ABD'deki
Rice Üniversitesi'nde yapılan robot kol, fil hortumunun ne kadar üstün bir
tasarım olduğunu daha net ortaya çıkarmıştır.
Fil
hortumunda iskelet benzeri tek bir yapı bulunmaz. Bu özellik, hortuma büyük bir
hareketlilik imkanı ve hafiflik sağlar. Buna karşın robotik kolun bir omurgası
vardır. Fil hortumu her yere yönelebilecek kadar büyük bir hareket
serbestliğine sahiptir. Oysa robotik kol sahip olduğu 16 bağlantı sayesinde
sadece 32 çeşit hareket yapabilir.165
Tüm bunlar
göstermektedir ki, filin hortumu, her özelliğiyle Allah'ın yaratma sanatındaki
kusursuzluğu gözler önüne seren özel bir yapıdır.
SONUÇ
Bilim
adamları her geçen gün doğada keşfettikleri benzersiz yapılar ve sistemler
karşısında hayrete düşmekte ve bunlara duydukları hayranlığı insanlık yararına
yeni teknolojiler üretmek için kullanarak göstermektedirler. Doğada var olan
mükemmel sistemlerin, uygulanan olağanüstü tekniklerin insanoğlunun akıl ve
bilgisinin çok üstünde olduğunun, mevcut problemlere benzersiz çözümler
sunduğunun farkına varan bilim adamları, artık senelerce uğraşarak çözüm
getiremedikleri pek çok konuda doğadaki tasarımların yardımına
başvurmaktadırlar. Bunun sonucu olarak da kısa zamanda, başarılı sonuçlar elde
etmeleri mümkün olmaktadır. Ayrıca doğanın taklidi ile birlikte bilim adamları
gerek vakit ve emek açısından, gerekse maddi kaynakların isabetli kullanılması
bakımından da çok önemli kazançlar sağlamaktadırlar.
Doğadaki
tasarımların üstünlüğünün kabul edilmesi ile birlikte, kuşkusuz evrimciler yeni
bir hayal kırıklığı, yeni bir umutsuzluk yaşamışlardır. Çünkü evrimcilerin,
canlıların zaman içerisinde basitten komplekse doğru bir gelişim içinde
oldukları ve bu canlılardaki tasarımların da tesadüf eseri oluştukları
yönündeki bilim dışı iddialarının geçersizliği bir kez daha ispatlanmıştır.
Ayrıca şimdiye kadar tasarımlarına hayranlık duydukları, benzersiz sanatını,
ilmini ve aklını takdirle övdükleri gücün tesadüfler olamayacağını, bunların
ancak çok üstün Yaratıcımız'ın eseri olabileceğini -istemeyerek de olsa- kabul
etmek durumunda kalmışlardır.
Alemlerin
Rabbi olan Allah canlılarda eşi benzeri olmayan eksiksiz sistemler var edendir.
Allah herşeyi kusursuzca yaratandır. Bunu kabul etmek istemeyenler ahiret günü
kesinlikle dönüşü olmayacak bir pişmanlık yaşayacaklardır.
EK BÖLÜM
EVRİM
YANILGISI
Darwinizm, yani
evrim teorisi, Yaratılış gerçeğini reddetmek amacıyla ortaya atılmış, ancak
başarılı olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir. Canlılığın,
cansız maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu teori, evrende ve
canlılarda çok açık bir düzen bulunduğunun bilim tarafından ispat edilmesiyle
ve evrimin hiçbir zaman yaşanmadığını ortaya koyan 450 milyona yakın fosilin
bulunmasıyla çürümüştür. Böylece Allah'ın tüm evreni ve canlıları yaratmış
olduğu gerçeği, bilim tarafından da kanıtlanmıştır. Bugün evrim teorisini
ayakta tutmak için dünya çapında yürütülen propaganda, sadece bilimsel
gerçeklerin çarpıtılmasına, taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü altında
söylenen yalanlara ve yapılan sahtekarlıklara dayalıdır.
Ancak bu
propaganda gerçeği gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki en
büyük yanılgı olduğu, son 20-30 yıldır bilim dünyasında giderek daha yüksek
sesle dile getirilmektedir. Özellikle 1980'lerden sonra yapılan araştırmalar,
Darwinist iddiaların tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek çok
bilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji,
biyokimya, paleontoloji gibi farklı alanlardan gelen çok sayıda bilim adamı,
Darwinizm'in geçersizliğini görmekte, canlıların kökenini Yaratılış gerçeğiyle
açıklamaktadırlar.
Evrim teorisinin
çöküşünü ve Yaratılış'ın delillerini diğer pek çok çalışmamızda bütün bilimsel
detaylarıyla ele aldık ve almaya devam ediyoruz. Ancak konuyu, taşıdığı büyük
önem nedeniyle, burada da özetlemekte yarar vardır.
Darwin'i Yıkan
Zorluklar
Evrim teorisi,
tarihi eski Yunan'a kadar uzanan pagan bir öğreti olmakla birlikte, kapsamlı
olarak 19. yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi bilim dünyasının gündemine sokan en
önemli gelişme, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabıydı. Darwin bu kitapta dünya üzerindeki
farklı canlı türlerini Allah'ın ayrı ayrı yarattığı gerçeğine kendince karşı
çıkıyordu. Darwin'in yanılgılarına göre, tüm türler ortak bir atadan
geliyorlardı ve zaman içinde küçük değişimlerle farklılaşmışlardı.
Darwin'in
teorisi, hiçbir somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul ettiği
gibi sadece bir "mantık yürütme" idi. Hatta Darwin'in kitabındaki
"Teorinin Zorlukları" başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori
pek çok önemli soru karşısında açık veriyordu.
Darwin,
teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni
bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini umuyordu. Bunu kitabında sık sık
belirtmişti. Ancak gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin
temel iddialarını birer birer dayanaksız bırakmıştır.
Darwinizm'in
bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:
1) Teori,
hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır.
2) Teorinin öne
sürdüğü "evrim mekanizmaları"nın, gerçekte evrimleştirici bir etkiye
sahip olduğunu gösteren hiçbir bilimsel bulgu yoktur.
3) Fosil
kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya
koymaktadır.
Bu bölümde, bu
üç temel başlığı ana hatları ile inceleyeceğiz.
Aşılamayan İlk
Basamak: Hayatın Kökeni
Evrim teorisi,
tüm canlı türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar yıl önce dünyada hayali
şekilde tesadüfen ortaya çıkan tek bir canlı hücreden geldiklerini iddia
etmektedir. Tek bir hücrenin nasıl olup da milyonlarca kompleks canlı türünü
oluşturduğu ve eğer gerçekten bu tür bir evrim gerçekleşmişse neden bunun
izlerinin fosil kayıtlarında bulunamadığı, teorinin açıklayamadığı
sorulardandır. Ancak tüm bunlardan önce, iddia edilen evrim sürecinin ilk
basamağı üzerinde durmak gerekir. Sözü edilen o "ilk hücre" nasıl
ortaya çıkmıştır?
Evrim teorisi,
Yaratılış'ı cahilce reddettiği için, o "ilk hücre"nin, hiçbir plan ve
düzenleme olmadan, doğa kanunları içinde kör tesadüflerin ürünü olarak meydana
geldiğini iddia eder. Yani teoriye göre, cansız madde tesadüfler sonucunda
ortaya canlı bir hücre çıkarmış olmalıdır. Ancak bu, bilinen en temel biyoloji
kanunlarına aykırı bir iddiadır.
"Hayat
Hayattan Gelir"
Darwin,
kitabında hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki
ilkel bilim anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını
varsayıyordu. Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı
teoriye göre, cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık
oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından,
farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Bunu ispatlamak için de
ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine biraz buğday konmuş ve
biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.
Etlerin
kurtlanması da hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil
sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar
kendiliklerinden oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen
larvalardan çıkıyorlardı. Darwin'in Türlerin
Kökeni adlı kitabını yazdığı dönemde ise, bakterilerin cansız maddeden
oluşabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.
Oysa Darwin'in
kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur,
evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun
çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Cansız maddelerin hayat
oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür."
(Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular
Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, s. 2.)
Evrim teorisinin
savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karşı uzun süre direndiler. Ancak gelişen
bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın
kendiliğinden oluşabileceği iddiasının geçersizliği daha da açık hale geldi.
20. Yüzyıldaki
Sonuçsuz Çabalar
20. yüzyılda
hayatın kökeni konusunu ele alan ilk evrimci, ünlü Rus biyolog Alexander Oparin
oldu. Oparin, 1930'lu yıllarda ortaya attığı birtakım tezlerle, canlı
hücresinin tesadüfen meydana gelebileceğini ispat etmeye çalıştı. Ancak bu
çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanacak ve Oparin şu itirafı yapmak zorunda
kalacaktı: "Maalesef hücrenin
kökeni, evrim teorisinin tümünü içine alan en karanlık noktayı
oluşturmaktadır." (Alexander I. Oparin, Origin of Life, (1936) New York, Dover Publications, 1953
(Reprint), s. 196.)
Oparin'in yolunu
izleyen evrimciler, hayatın kökeni konusunu çözüme kavuşturacak deneyler yapmaya
çalıştılar. Bu deneylerin en ünlüsü, Amerikalı kimyacı Stanley Miller
tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu
iddia ettiği gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma enerji
ekleyerek, proteinlerin yapısında kullanılan birkaç organik molekül (aminoasit)
sentezledi.
O yıllarda evrim
adına önemli bir aşama gibi tanıtılan bu deneyin geçerli olmadığı ve deneyde
kullanılan atmosferin gerçek dünya koşullarından çok farklı olduğu, ilerleyen
yıllarda ortaya çıkacaktı. ("New Evidence on Evolution of Early Atmosphere
and Life", Bulletin of the American
Meteorological Society, c. 63, Kasım 1982, s. 1328-1330)
Uzun süren bir
sessizlikten sonra Miller'in kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi
olmadığını itiraf etti. (Stanley Miller, Molecular
Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules,
1986, s. 7.)
Hayatın kökeni
sorununu açıklamak için 20. yüzyıl boyunca yürütülen tüm evrimci çabalar hep
başarısızlıkla sonuçlandı. San Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı
Jeffrey Bada, evrimci Earth dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir makalede bu
gerçeği şöyle kabul eder:
Bugün, 20.
yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en
büyük çözülmemiş problemle karşı karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı?
(Jeffrey Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40.)
Hayatın Kompleks
Yapısı
Evrimcilerin
hayatın kökeni konusunda bu denli büyük bir açmaza girmelerinin başlıca nedeni,
Darwinistlerin en basit zannettikleri canlı yapıların bile olağanüstü derecede
kompleks özelliklere sahip olmasıdır. Canlı hücresi, insanoğlunun yaptığı bütün
teknolojik ürünlerden daha komplekstir.
Öyle ki, bugün dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarında bile cansız maddeler
biraraya getirilerek canlı bir hücre, hatta hücreye ait tek bir protein bile
üretilememektedir.
Bir hücrenin
meydana gelmesi için gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak kadar
fazladır. Ancak bunu detaylarıyla açıklamaya bile gerek yoktur. Evrimciler daha
hücre aşamasına gelmeden çıkmaza girerler. Çünkü hücrenin yapı taşlarından biri
olan proteinlerin tek bir tanesinin dahi tesadüfen meydana gelmesi ihtimali
matematiksel olarak "0"dır.
Bunun
nedenlerinden başlıcası bir proteinin oluşması için başka proteinlerin
varlığının gerekmesidir ki bu, bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimalini
tamamen ortadan kaldırır. Dolayısıyla tek başına bu gerçek bile evrimcilerin
tesadüf iddiasını en baştan yok etmek için yeterlidir. Konunun önemi açısından
özetle açıklayacak olursak,
1. Enzimler olmadan protein
sentezlenemez ve enzimler de birer proteindir.
2. Tek bir proteinin
sentezlenmesi için 100'e yakın proteinin hazır bulunması gerekmektedir.
Dolayısıyla proteinlerin varlığı için proteinler gerekir.
3. Proteinleri sentezleyen
enzimleri DNA üretir. DNA olmadan protein sentezlenemez. Dolayısıyla
proteinlerin oluşabilmesi için DNA da gerekir.
4. Protein sentezleme işleminde
hücredeki tüm organellerin önemli görevleri vardır. Yani proteinlerin
oluşabilmesi için, eksiksiz ve tam işleyen bir hücrenin tüm organelleri ile var
olması gerekmektedir.
Hücrenin
çekirdeğinde yer alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz
bir bilgi bankasıdır. İnsan DNA'sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye
kalkılsa, 500'er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşturacağı
hesaplanmaktadır.
Bu noktada çok
ilginç bir ikilem daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş proteinlerin
(enzimlerin) yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak
DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından,
eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir.
Bu ise, hayatın kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza sokmaktadır. San
Diego California Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American dergisinin Ekim 1994
tarihli sayısında bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Son derece
kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA)
aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede
ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün
değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla
mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. (Leslie E. Orgel, The
Origin of Life on Earth, Scientific American, c. 271, Ekim 1994, s. 78.)
Kuşkusuz eğer
hayatın kör tesadüfler neticesinde kendi kendine ortaya çıkması imkansız ise,
bu durumda hayatın yaratıldığını kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel amacı
Yaratılış'ı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.
Evrimin Hayali
Mekanizmaları
Darwin'in
teorisini geçersiz kılan ikinci büyük nokta, teorinin "evrim
mekanizmaları" olarak öne sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir
evrimleştirici güce sahip olmadığının anlaşılmış olmasıdır.
Darwin, ortaya
attığı evrim iddiasını tamamen "doğal seleksiyon" mekanizmasına
bağlamıştı. Bu mekanizmaya verdiği önem, kitabının isminden de açıkça
anlaşılıyordu: Türlerin Kökeni, Doğal
Seleksiyon Yoluyla...
Doğal
seleksiyon, doğal seçme demektir. Doğadaki yaşam mücadelesi içinde, doğal
şartlara uygun ve güçlü canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır.
Örneğin yırtıcı hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha
hızlı koşabilen geyikler hayatta kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve
güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri
evrimleştirmez, onları başka bir canlı türüne, örneğin atlara dönüştürmez.
Dolayısıyla
doğal seleksiyon mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir. Darwin
de bu gerçeğin farkındaydı ve Türlerin
Kökeni adlı kitabında "Faydalı
değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz"
demek zorunda kalmıştı. (Charles Darwin, The
Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University
Press, 1964, s. 184.)
Lamarck'ın Etkisi
Peki bu
"faydalı değişiklikler" nasıl oluşabilirdi? Darwin, kendi döneminin
ilkel bilim anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak cevaplamaya
çalışmıştı. Darwin'den önce yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a göre,
canlılar yaşamları sırasında geçirdikleri fiziksel değişiklikleri sonraki nesle
aktarıyorlar, nesilden nesile biriken bu özellikler sonucunda yeni türler
ortaya çıkıyordu. Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan türemişlerdi,
yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları
uzamıştı.
Darwin de
benzeri örnekler vermiş, örneğin Türlerin
Kökeni adlı kitabında, yiyecek bulmak için suya giren bazı ayıların zamanla
balinalara dönüştüğünü iddia etmişti. (B.
G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust, 1988.)
Ama Mendel'in
keşfettiği ve 20.yüzyılda gelişen genetik bilimiyle kesinleşen kalıtım
kanunları, kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılması efsanesini
kesin olarak yıktı. Böylece doğal seleksiyon "tek başına" ve
dolayısıyla tümüyle etkisiz bir mekanizma olarak kalmış oluyordu.
Neo-Darwinizm ve
Mutasyonlar
Darwinistler ise
bu duruma bir çözüm bulabilmek için 1930'ların sonlarında, "Modern
Sentetik Teori"yi ya da daha yaygın ismiyle neo-Darwinizm'i ortaya
attılar. Neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına "faydalı değişiklik
sebebi" olarak mutasyonları, yani canlıların genlerinde radyasyon gibi dış
etkiler ya da kopyalama hataları sonucunda oluşan bozulmaları ekledi. Bugün de
hala bilimsel olarak geçersiz olduğunu bilmelerine rağmen, Darwinistlerin
savunduğu model neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan milyonlarca canlı
türünün, bu canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi sayısız kompleks
organlarının "mutasyonlara", yani genetik bozukluklara dayalı bir
süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmektedir. Ama teoriyi çaresiz bırakan açık
bir bilimsel gerçek vardır: Mutasyonlar
canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için canlılara zarar verirler.
Bunun nedeni çok
basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan
herhangi bir tesadüfi etki ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G.
Ranganathan bunu şöyle açıklar:
Mutasyonlar
küçük, rasgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi
ihtimalle etkisizdirler. Bu üç özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme
meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir
organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır
ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rasgele bir değişim kol saatini
geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle
etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir.
(Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition,
Harvard University Press, 1964, s. 179.)
Nitekim bugüne
kadar hiçbir yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği
gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim
teorisinin "evrim mekanizması" olarak gösterdiği mutasyonlar,
gerçekte canlıları sadece tahrip eden, sakat bırakan genetik olaylardır.
(İnsanlarda mutasyonun en sık görülen etkisi de kanserdir.) Elbette tahrip
edici bir mekanizma "evrim mekanizması" olamaz. Doğal seleksiyon ise,
Darwin'in de kabul ettiği gibi, "tek başına hiçbir şey yapamaz." Bu
gerçek bizlere doğada hiçbir "evrim mekanizması" olmadığını
göstermektedir. Evrim mekanizması olmadığına göre de, evrim denen hayali süreç
yaşanmış olamaz.
Fosil Kayıtları:
Ara Formlardan Eser Yok
Evrim teorisinin
iddia ettiği senaryonun yaşanmamış olduğunun en açık göstergesi ise fosil
kayıtlarıdır.
Evrim teorisinin
bilim dışı iddiasına göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden
var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu
şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca yıl süren
uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.
Bu durumda,
iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in
oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.
Örneğin
geçmişte, balık özelliklerini taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen
özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır.
Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri
kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde
oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler
geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali varlıklara "ara-geçiş
formu" adını verirler.
Eğer gerçekten
bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin
milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu garip canlıların
kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Darwin, Türlerin Kökeni'nde bunu şöyle
açıklamıştır:
Eğer teorim
doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka
yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil
kalıntıları arasında bulunabilir. (Charles Darwin, The Origin of Species, s.
172, 280.)
Ancak bu satırları
yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının da
farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu görüyordu. Bu
yüzden, Türlerin Kökeni kitabının
"Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle
yazmıştı:
Eğer
gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara
geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam
olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin
yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz...
Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? (Charles
Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280)
Darwin'in Yıkılan
Umutları
Ancak 19.
yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil
araştırmaları yapıldığı halde bu ara geçiş formlarına rastlanamamıştır. Yapılan
kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin
beklediklerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz
bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermiştir.
Ünlü İngiliz
paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu
gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz
şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar
seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle
gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz. (Derek A. Ager,
"The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British
Geological Association, c. 87, 1976, s. 133.)
Yani fosil
kayıtlarında, tüm canlı türleri, aralarında hiçbir geçiş formu olmadan eksiksiz
biçimleriyle aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin tam
aksidir. Dahası, bu canlı türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü bir
delildir. Çünkü bir canlı türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir atası
olmadan, bir anda ve kusursuz olarak ortaya çıkmasının tek açıklaması, o türün
yaratılmış olmasıdır. Bu gerçek, ünlü evrimci biyolog Douglas Futuyma
tarafından da kabul edilir:
Yaratılış ve
evrim, yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki açıklamadır.
Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya
çıkmışlardır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir değişim süreci
sayesinde kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek
meydana gelmiş olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya
çıkmışlarsa, o halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmaları
gerekir. (Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York: Pantheon Books, 1983.
s. 197.)
Fosiller ise, canlıların yeryüzünde
eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Yani
"türlerin kökeni", Darwin'in sandığının aksine, evrim değil
Yaratılıştır.
İnsanın Evrimi Masalı
Evrim teorisini
savunanların en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni konusudur. Bu
konudaki Darwinist iddia, insanın sözde maymunsu birtakım yaratıklardan
geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu süreçte, insan
ile hayali ataları arasında bazı "ara form"ların yaşadığı iddia
edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryoda dört temel
"kategori" sayılır:
1-
Australopithecus
2- Homo
habilis
3- Homo
erectus
4- Homo
sapiens
Evrimciler,
insanların sözde ilk maymunsu atalarına "güney maymunu" anlamına
gelen "Australopithecus"
ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türünden başka
bir şey değildir. Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard gibi İngiltere
ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomistin Australopithecus
örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar, bu canlıların
sadece soyu tükenmiş bir maymun türüne ait olduklarını ve insanlarla hiçbir
benzerlik taşımadıklarını göstermiştir. (Charles E. Oxnard, "The Place of Australopithecines in Human
Evolution: Grounds for Doubt", Nature, c. 258, s. 389. )
Evrimciler insan
evriminin bir sonraki safhasını da, "homo" yani insan olarak
sınıflandırırlar. İddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan daha gelişmişlerdir. Evrimciler, bu farklı
canlılara ait fosilleri ardı ardına dizerek hayali bir evrim şeması
oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte bu farklı sınıfların arasında
evrimsel bir ilişki olduğu asla ispatlanamamıştır. Evrim teorisinin 20.
yüzyıldaki en önemli savunucularından biri olan Ernst Mayr, "Homo
sapiens'e uzanan zincir gerçekte kayıptır" diyerek bunu kabul eder. (J.
Rennie, "Darwin's Current Bulldog:
Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992)
Evrimciler
"Australopithecus > Homo habilis
> Homo erectus > Homo sapiens" sıralamasını yazarken, bu
türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa
paleoantropologların son bulguları, Australopithecus,
Homo habilis ve Homo erectus'un
dünya'nın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir.
(Alan Walker, Science, c. 207, 1980,
s. 1103; A. J. Kelso, Physical Antropology, 1. baskı, New York: J. B. Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D. Leakey, Olduvai
Gorge, c. 3, Cambridge: Cambridge
University Press, 1971, s. 272.)
Dahası Homo erectus sınıflamasına ait
insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar yaşamışlar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo
sapiens sapiens (insan) ile aynı ortamda yan yana bulunmuşlardır. (Time, Kasım 1996)
Bu ise elbette
bu sınıfların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini açıkça
ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould,
kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu
çıkmazı şöyle açıklar:
Eğer birbiri
ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o
halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki, bunların biri diğerinden gelmiş
olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi
göstermemektedirler. (S. J. Gould, Natural History, c. 85, 1976, s. 30.)
Kısacası,
medyada ya da ders kitaplarında yer alan hayali birtakım "yarı maymun,
yarı insan" canlıların çizimleriyle, yani sırf propaganda yoluyla ayakta
tutulmaya çalışılan insanın evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan
bir masaldan ibarettir. Bu konuyu uzun yıllar inceleyen, özellikle Australopithecus fosilleri üzerinde 15
yıl araştırma yapan İngiltere'nin en ünlü ve saygın bilim adamlarından Lord
Solly Zuckerman, bir evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu canlılardan
insana uzanan gerçek bir soy ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.
Zuckerman bir de
ilginç bir "bilim skalası" yapmıştır. Bilimsel olarak kabul ettiği
bilgi dallarından, bilim dışı olarak kabul ettiği bilgi dallarına kadar bir
yelpaze oluşturmuştur. Zuckerman'ın bu tablosuna göre en "bilimsel"
-yani somut verilere dayanan- bilgi dalları kimya ve fiziktir. Yelpazede
bunlardan sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler gelir. Yelpazenin
en ucunda, yani en "bilim dışı" sayılan kısımda ise, Zuckerman'a
göre, telepati, altıncı his gibi "duyum ötesi algılama" kavramları ve
bir de "insanın evrimi" vardır! Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle
açıklar:
Objektif
gerçekliğin alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak varsayılan bu alanlara
-yani duyum ötesi algılamaya ve insanın fosil tarihinin yorumlanmasına-
girdiğimizde, evrim teorisine inanan bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu
görürüz. Öyle ki teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı
yargıları aynı anda kabul etmeleri bile mümkündür. (Solly Zuckerman, Beyond The
Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 19.)
İşte insanın
evrimi masalı da, teorilerine körü körüne inanan birtakım insanların buldukları
bazı fosilleri ön yargılı bir biçimde yorumlamalarından ibarettir.
Darwin Formülü!
Şimdiye kadar
ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl
saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar
açık bir örnekle özetleyelim.
Evrim teorisi
canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu akıl dışı
iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi
oluşturmuşlardır ve sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve
insanı meydana getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan
karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir
yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir
canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım ve
evrimcilerin aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri
iddiayı onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, çok
sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon,
oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta
normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli
gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine,
istedikleri kadar amino asit,
istedikleri kadar da protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda
ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar.
Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu
uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta
trilyonlarca sene sürekli varillerin başında beklesinler.
Bir canlının
oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini
kullanmak serbest olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden
kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları,
kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri,
zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları,
domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri,
şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi
milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını
saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası,
bilinçsiz atomlar biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar
vererek bir hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron
mikroskobunu bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen
profesörleri oluşturamazlar. Madde,
ancak Yüce Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur.
Bunun aksini
iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin
ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu
gibi, bu gerçeği açıkça gösterir.
Göz ve Kulaktaki
Teknoloji
Evrim teorisinin
kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir diğer konu ise göz ve kulaktaki üstün
algılama kalitesidir.
Gözle ilgili
konuya geçmeden önce "Nasıl görürüz?" sorusuna kısaca cevap verelim.
Bir cisimden gelen ışınlar, gözde retinaya ters olarak düşer. Bu ışınlar,
buradaki hücreler tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve beynin arka
kısmındaki görme merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır. Bu elektrik
sinyalleri bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır.
Bu bilgiden sonra şimdi düşünelim:
Beyin ışığa
kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu yere kadar
giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı, belki
de hiç karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri
karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyretmektesiniz.
Üstelik bu o
kadar net ve kaliteli bir görüntüdür ki 21. yüzyıl teknolojisi bile her türlü
imkana rağmen bu netliği sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba, kitabı
tutan ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Şu anda
gördüğünüz netlik ve kalitedeki bu görüntüyü başka bir yerde gördünüz mü? Bu
kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin
ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. 100 yıldır binlerce
mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev tesisler
kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar geliştirilmektedir.
Yine bir TV ekranına bakın, bir de şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitaba. Arada
büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu göreceksiniz. Üstelik, TV ekranı size
iki boyutlu bir görüntü gösterir, oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir
perspektifi izlemektesiniz.
Uzun yıllardır
on binlerce mühendis üç boyutlu TV yapmaya, gözün görme kalitesine ulaşmaya
çalışmaktadırlar. Evet, üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler ama onu
da gözlük takmadan üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç
boyuttur. Arka taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur.
Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada
da, televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.
İşte evrimciler,
bu kaliteli ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın tesadüfen oluştuğunu iddia
etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda duran televizyon tesadüfler sonucunda
oluştu, atomlar biraraya geldi ve bu görüntü oluşturan aleti meydana getirdi
dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin biraraya gelip yapamadığını şuursuz
atomlar nasıl yapsın?
Gözün gördüğünden
daha ilkel olan bir görüntüyü oluşturan alet tesadüfen oluşamıyorsa, gözün ve
gözün gördüğü görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok açıktır. Aynı durum
kulak için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi
vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini
güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri elektrik
sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Aynen görmede olduğu gibi duyma
işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.
Gözdeki durum
kulak için de geçerlidir, yani beyin, ışık gibi sese de kapalıdır, ses
geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen
sessizdir. Buna rağmen en net sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen
beyninizde bir orkestranın senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm
gürültüsünü duyarsınız. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses
düzeyi ölçülse, burada keskin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir.
Net bir görüntü
elde edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa, ses için de aynı
çabalar onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt cihazları, müzik setleri,
birçok elektronik alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu çalışmalardan
bazılarıdır. Ancak, tüm teknolojiye, bu teknolojide çalışan binlerce mühendise
ve uzmana rağmen kulağın oluşturduğu netlik ve kalitede bir sese
ulaşılamamıştır. En büyük müzik sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli müzik
setini düşünün. Sesi kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az da
olsa mutlaka parazit oluşur veya müzik setini açtığınızda daha müzik başlamadan
bir cızırtı mutlaka duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü olan
sesler son derece net ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik
setinde olduğu gibi cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve net
bir biçimde onu algılar. Bu durum, insan yaratıldığı günden bu yana böyledir.
Şimdiye kadar
insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve ses cihazı, göz ve kulak kadar hassas ve
başarılı birer algılayıcı olamamıştır. Ancak görme ve işitme olayında, tüm
bunların ötesinde, çok büyük bir gerçek daha vardır.
Beynin İçinde
Gören ve Duyan Şuur Kime Aittir?
Beynin içinde,
ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını
dinleyen, gülü koklayan kimdir?
İnsanın gözlerinden,
kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak beyne gider.
Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl
oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki en önemli
gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız: Beyinde, bu elektrik sinyallerini
görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir?
Beynin içinde
göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur
bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?
Elbette bu şuur
beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait değildir. İşte
bu yüzden, herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler
bu sorulara hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur, Allah'ın yaratmış
olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa
ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.
Bu açık ve ilmi
gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük,
kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak
sığdıran Yüce Allah'ı düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.
Materyalist Bir
İnanç
Buraya kadar
incelediklerimiz, evrim teorisinin bilimsel bulgularla açıkça çelişen bir iddia
olduğunu göstermektedir. Teorinin hayatın kökeni hakkındaki iddiası bilime
aykırıdır, öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici etkisi
yoktur ve fosiller teorinin gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını
göstermektedir. Bu durumda, elbette, evrim teorisinin bilime aykırı bir düşünce
olarak bir kenara atılması gerekir. Nitekim tarih boyunca dünya merkezli evren
modeli gibi pek çok düşünce, bilimin gündeminden çıkarılmıştır. Ama evrim
teorisi ısrarla bilimin gündeminde tutulmaktadır. Hatta bazı insanlar teorinin
eleştirilmesini "bilime saldırı" olarak göstermeye bile
çalışmaktadırlar. Peki neden?..
Bu durumun
nedeni, evrim teorisinin bazı çevreler için, kendisinden asla vazgeçilemeyecek
dogmatik bir inanış oluşudur. Bu çevreler, materyalist felsefeye körü körüne
bağlıdırlar ve Darwinizm'i de doğaya getirilebilecek yegane materyalist
açıklama olduğu için benimsemektedirler.
Bazen bunu
açıkça itiraf da ederler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aynı
zamanda önde gelen bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist,
sonra bilim adamı" olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim
materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru
varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye
zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan
'a priori' bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren
araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru
olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz. (Richard
Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York Review of Books, 9
Ocak, 1997, s. 28.)
Bu sözler,
Darwinizm'in, materyalist felsefeye bağlılık uğruna yaşatılan bir dogma
olduğunun açık ifadeleridir. Bu dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını
varsayar. Bu nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı var ettiğine inanır.
Milyonlarca farklı canlı türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların,
kaplanların, böceklerin, ağaçların, çiçeklerin, balinaların ve insanların
maddenin kendi içindeki etkileşimlerle, yani yağan yağmurla, çakan şimşekle,
cansız maddenin içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu, hem akla hem
bilime aykırı bir kabuldür. Ama Darwinistler kendilerince Allah'ın apaçık olan
varlığını kabul etmemek için, bu akıl ve bilim dışı kabulü cehaletle savunmaya
devam etmektedirler.
Canlıların
kökenine materyalist bir ön yargı ile bakmayan insanlar ise, şu açık gerçeği
görürler: Tüm canlılar, üstün bir güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının
eseridirler. Yaratıcı, tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde
düzenleyen ve tüm canlıları yaratıp şekillendiren Allah'tır.
Evrim Teorisi
Dünya Tarihinin En Etkili Büyüsüdür
Burada şunu da
belirtmek gerekir ki, ön yargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında kalmadan,
sadece aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten uzak
toplumların hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız bir iddia
olduğunu kolaylıkla anlayacaktır.
Yukarıda da
belirtildiği gibi, evrim teorisine inananlar, büyük bir varilin içine birçok
atomu, molekülü, cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde
düşünen, akleden, buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin,
Einstein, Hubble gibi bilim adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi
sanatçıların, bunun yanı sıra ceylanların, limon ağaçlarının, karanfillerin
çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma iddiaya inananlar bilim adamları,
profesörler, kültürlü, eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi için
"dünya tarihinin en büyük ve en etkili büyüsü" ifadesini kullanmak
yerinde olacaktır. Çünkü, dünya tarihinde insanların bu derece aklını başından
alan, akıl ve mantıkla düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki
bir perde çekip çok açık olan gerçekleri görmelerine engel olan bir başka inanç
veya iddia daha yoktur. Bu, Afrikalı bazı kabilelerin totemlere, Sebe halkının
Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim (as)'ın kavminin elleri ile yaptıkları
putlara, Hz. Musa (as)'ın kavminin içinden bazı insanların altından yaptıkları
buzağıya tapmalarından çok daha vahim ve akıl almaz bir körlüktür. Gerçekte bu
durum, Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bir akılsızlıktır. Allah, bazı
insanların anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten aciz duruma
düşeceklerini birçok ayetinde bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz, inkar
edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah,
onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler
vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
… Kalpleri vardır
bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır
bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte
bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Allah, Hicr
Suresi'nde ise, bu insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar
büyülendiklerini şöyle bildirmektedir:
Onların üzerlerine
gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka:
"Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz"
diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)
Bu kadar geniş
bir kitlenin üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların gerçeklerden bu
kadar uzak tutulmaları ve 150 yıldır bu büyünün bozulmaması ise, kelimelerle
anlatılamayacak kadar hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir veya birkaç
insanın imkansız senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu iddialara
inanmaları anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört bir yanındaki insanların, şuursuz
ve cansız atomların ani bir kararla biraraya gelip; olağanüstü bir
organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle işleyen
evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini
ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana getirdiğine
inanmasının, "büyü"den başka bir açıklaması yoktur.
Nitekim, Allah
Kuran'da, inkarcı felsefenin savunucusu olan bazı kimselerin, yaptıkları
büyülerle insanları etkilediklerini Hz. Musa (as) ve Firavun arasında geçen bir
olayla bizlere bildirmektedir. Hz. Musa (as), Firavun'a hak dini anlattığında,
Firavun Hz. Musa (as)'a, kendi "bilgin büyücüleri" ile insanların
toplandığı bir yerde karşılaşmasını söyler. Hz. Musa (as), büyücülerle
karşılaştığında, büyücülere önce onların marifetlerini sergilemelerini emreder.
Bu olayın anlatıldığı ayet şöyledir:
(Musa:) "Siz
atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler,
onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (Araf
Suresi, 116)
Görüldüğü gibi
Firavun'un büyücüleri yaptıkları "aldatmacalar"la -Hz. Musa (as) ve
ona inananlar dışında- insanların hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların
attıklarına karşılık Hz. Musa (as)'ın ortaya koyduğu delil, onların bu
büyüsünü, ayette bildirildiği gibi
"uydurduklarını yutmuş" yani etkisiz kılmıştır:
Biz de Musa'ya:
"Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de
baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak
yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş
oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)
Ayetlerde de
bildirildiği gibi, daha önce insanları büyüleyerek etkileyen bu kişilerin
yaptıklarının bir sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar
küçük düşmüşlerdir. Günümüzde de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı
altında son derece saçma iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını
adayanlar, eğer bu iddialardan vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa
çıktığında ve "büyü bozulduğunda" küçük duruma düşeceklerdir.
Nitekim, yaklaşık 60 yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir felsefeci olan,
ancak daha sonra gerçekleri gören Malcolm Muggeridge evrim teorisinin yakın
gelecekte düşeceği durumu şöyle açıklamaktadır:
Ben kendim,
evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih
kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum.
Gelecek kuşak, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla
kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır. (Malcolm Muggeridge, The End of
Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s. 43)
Bu gelecek,
uzakta değildir aksine çok yakın bir gelecekte insanlar
"tesadüfler"in ilah olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi
dünya tarihinin en büyük aldatmacası ve en şiddetli büyüsü olarak
tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü, büyük bir hızla dünyanın dört bir yanında
insanların üzerinden kalkmaya başlamıştır. Artık evrim aldatmacasının sırrını
öğrenen birçok insan, bu aldatmacaya nasıl kandığını hayret ve şaşkınlıkla
düşünmektedir.
NOTLAR
1 Nanoteknoloji,
teknolojinin, büyüklüğü metrenin 100 milyon ile 1 milyarda biri arasında
değişen malzemelerin üretimi, montajı ve kullanımı ile ilglinen bir koludur.
2 http://www.
biomimicry. org/reviews_text. html
3
http://www.bfi.org/trimtab/spring01/TrimtabSpring01.pdf
4 http://www.
biomimicry. org/reviews_text. html; Michelle Nijhuis, Hidgh Country News, July
06, 1998, Vol.30, No.13
5 Nature. 18
0cak 2001
6 http://www.
biomimicry. org/faq. html
7 http://www.
jehovantodistajat. fi/library/g/2000/1/22/article_01. htm
8 http://www.
jehovantodistajat. fi/library/g/2000/1/22/article_01. htm)
9 Bilim ve
Teknik Dergisi, Ağustos 1994, s.43
10 http://www.
watchtower. org/library/g/2000/1/22/article_02. htm
11 http://www.
nature. com/cgi-taf/DynaPage.
taf?file=/nature/journal/v409/n6818/full/409413a0_fs. html&_UserReference=C0A804EF46B465AFF2C953AE40623B641423
12 http://www.
natlogic. com/resorces/nbl/v06/n22. html
13 http://www.
biomimicry. org/reviews_text. html
14 http://www.
biomimicry. org/reviews_text. html
15 http://www.
rdg. ac. uk/AcaDepts/cb/96vincent. html
16 http://www.
the-scientist. com/yr1991/july/research_910708. html
17 NewYork
Tımes,11 Aralık 2001
18 http://www.
biomimicry. org/reviews_text. html; David Perlman, San Francisco Chronicle,
November 30, 1997
19 "Malzeme
Biliminin Önderlerinden İlhan Aksay", Bilim ve Teknik, Şubat 2002 s.92
20
www.princeton.edu/.../publicity/ PAW19980128/0128feat.htm
21 "Malzeme
Biliminin Önderlerinden İlhan Aksay", Bilim ve Teknik, Şubat 2002 s.93
22 "Malzeme
Biliminin Önderlerinden İlhan Aksay", Bilim ve Teknik, Şubat 2002 s.93
23 Julian
Vincent, New Scientist, "Tricks of Nature", 17 August 1996, vol.151,
No.2043, s.38
24 "Malzeme
Biliminin Önderlerinden İlhan Aksay", Bilim ve Teknik, Şubat 2002 s.93
25 Bilim ve
Teknik, Şubat 1995, s.38
26 http://www.
watchtower. org/library/g/2000/1/22/article_02. htm
27 Janine
M.Benyus, Biomimicry, Innovation Inspired By Nature, William Morrow and Company
Inc. , New York, 1998, s.99-100
28 http://www.
watchtower. org/library/g/2000/1/22/article_02. htm
29 Julian
Vincent, New Scientist, "Tricks of Nature", 17 August 1996, vol.151,
No.2043, s.38
30 Julian
Vincent, New Scientist, "Tricks of Nature", 17 August 1996, vol.151,
No.2043, s.39
31 Julian
Vincent, New Scientist, "Tricks of Nature", 17 August 1996, vol.151,
No.2043, s.40
32 http://www.
rdg. ac. uk/AcaDepts/cb/97hepworth. html
33 Julian
Vincent, New Scientist, "Tricks of Nature", 17 August 1996, vol.151,
No.2043, s.39
34 Julian
Vincent, New Scientist, "Tricks of Nature", 17 August 1996, vol.151,
No.2043, s.40
35 Julian
Vincent, New Scientist, "Tricks of Nature", 17 August 1996, vol.151,
No.2043, s. 40
36 Structure and
Properties of Spider Silk", Endeavour, Ocak 1986, sayı 10, s.42
37 http://www.
watchtower. org/library/g/2000/1/22/article_02. htm
38 Fritz
Vollrath & David P.Knight, Nature, 29 March 2001, 541-548
39 http://iago.
stfx. ca/people/edemont/abstracts/spider. html
40
http://faculty. washington. edu/yagerp/silkprojecthome. html;Gosline, J.M. ,
M.E.Demont, et al.(1986)."The structure and properties of silk. "
Endeavour 10(1): 37-43
41
http://www.yourplanetearth.org/terms/details.php3?term=Biomimicry
42
http://faculty. washington. edu/yagerp/silkprojecthome. html; [(1) Shear, W.A.
, J.M.Palmer, et al.(1989)."A Devonian Spinneret: Early Evidence of
Spiders and Silk Use. " Science 246:479-481.
43 Prof. Dr. Ali
Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s.80
44 http://www.
parfumsraffy. com
45 Ayrıntılı
bilgi için bakınız: Doğadaki Tasarım, Harun Yahya…
46 New York
Times, Mühendisler tasarım için doğadan örnek alıyor, 11 Aralık 2001
47
"Engineers Ask Nature for Design Advice", Jim Robbins, New York
Times, 11 December 2001
48 Carmelo Di
Bartolo, "Biyonik: Tasarımda 'doğal' gelişim", Domus, Aralık 1999, s.
180
49 http://www.
nature. com/cgi-taf/DynaPage.taf?file=/nature/journal/v410/n6830/full/410736a0_fs.html&_
UserReference=C0A804EC46516639F0E0A2AC62BC3BB39855; John Whitfield, Nature, "Making Crops Cry For Help", 12 April 2001, s.736-737
UserReference=C0A804EC46516639F0E0A2AC62BC3BB39855; John Whitfield, Nature, "Making Crops Cry For Help", 12 April 2001, s.736-737
50 http://www.
nature. com/cgi-taf/DynaPage.
taf?file=/nature/journal/v410/n6830/full/410736a0_fs. html&_
UserReference=C0A804EC46516639F0E0A2AC62BC3BB39855; John Whitfield, Nature, "Making Crops Cry For Help", 12 April 2001, s.736-737
UserReference=C0A804EC46516639F0E0A2AC62BC3BB39855; John Whitfield, Nature, "Making Crops Cry For Help", 12 April 2001, s.736-737
51 http://www.
nature. com/cgi-taf/DynaPage.
taf?file=/nature/journal/v410/n6830/full/410736a0_fs. html&_
UserReference=C0A804EC46516639F0E0A2AC62BC3BB39855; John Whitfield, Nature, "Making Crops Cry For Help", 12 April 2001, s.736-737
UserReference=C0A804EC46516639F0E0A2AC62BC3BB39855; John Whitfield, Nature, "Making Crops Cry For Help", 12 April 2001, s.736-737
52 Science News,
4 Ağustos 2001
53 Science News,
4 Ağustos 2001
54 http://www.
watchtower. org/library/g/2000/1/22/article_02. htm
55 Wild
Technology, Phil Gates s. 38
56 Stuart
Blackman, "Synchorinised Swimming", BBC Wildlife, Şubat 1998, s.57
57 Bilim ve
Teknik Nisan 1985, "İşte Doğa"
58http://waquarium.
mic. hawaii. edu/MLP/root/html/MarineLife/Invertebrates/Molluscs/Nautilus.
html; Waikiki Aquarium Education Department, December 1998
59
http://www.godandscience. org/evolution/design. html; The Designing Times,
Vol.1, No.8. , March 2000
60 http://www.
nature. com/nsu/010208/010208-1. html; Philip Ball, Nature, "Astounding
Bat Mobility", 2 February 2001
61 http://www.nature.
com/nsu/010208/010208-1. html; Philip Ball, Nature, "Astounding Bat
Mobility", 2 February 2001
62 AWACS
"Havaya Konuşlandırılmış Uyarı ve kontrol Sistemi"nin ingilizce
kısaltmasıdır
63 Bezen Çetin,
"Hava Savunma Sistemleri", Bilim ve Teknik, Ocak 1995, s. 33
64 http://www.
szgdocent. org/ff/f-bateco. htm
65 Wild
Technology, Phil Gates, sf.53
66http://www.
hqmc. usmc. mil/factfile. nsf/7e931335d515626a8525628100676e0c/
b69da93e5a6094a18525626e00490b3f?OpenDocument
b69da93e5a6094a18525626e00490b3f?OpenDocument
67 Bu konuda
ayrıntılı bilgi için Bakınız: "Doğadaki Tasarım", Harun Yahya, Vural
yayıncılık, ss: 86-87
68 Wild
Technology, Phil Gates, sf.52
69 Betty Mamane,
"Le surdoué du garnd blue", cience et vie Junior, Ağustos 1998, ss.
79-84
70 Sonar
kelimesi, İngilizce "Sound Navigation and Ranging"'in kısaltmasıdır.
71 http://www.
robotbooks. com/sonar-robots. htm
72 http://www.
oceanetic. com/sonar/sonar%201. jpg
73
http://www.bfi.org/trimtab/spring01/TrimtabSpring01.pdf
74 New
Scientist, 14 Ekim 2000, s.20
75
"Kirliliğe Balık Dedektörü", Science'den çev. : Mustafa Öztürk, Bilim
ve Teknik, Şubat 1991 sf. 43.
76 Bilim ve
Teknik, Kasım 1985, s. 11
77 Bu konu
hakkında daha detaylı bilgi için bakınız: Harun Yahya, Doğadaki Tasarım, . . .
78 "Harika
Balık", Bilim ve Teknik, Mart 1991, sf. 43
79
"Kusursuz Uçuş Makineleri", Reader's Digeest'tan çev: Ruhsar Kansu,
Bilim ve Teknik, Sayı:136, Mart 1979, s. 21
80
http://www.yourplanetearth.org/terms/details.php3?term=Biomimicry
81
"Kusursuz Uçuş Makineleri", Reader's Digeest'tan çev: Ruhsar Kansu,
Bilim ve Teknik, Sayı:136, Mart 1979, s. 22
82 "Bilim
Damlaları, Yeni Avcı Uçakları: Pougatchev'in Kobraları", Doç. Dr. Selçuk
Aslan, Bilim ve Teknik, …….
83 Bu konuda
ayrıntılı bilgi için bakınız: Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya, …..
84
"Biyonik, Doğayı Kopya Etmektir", Science et Vie'den Çev. :
Dr.Hanaslı Gür, Bilim ve Teknik Temmuz 1985, s. 19-20
85 http://www.
biltek. tubitak. gov. tr/dergi/98/ocak/yakitsiz. html
86 http://www.
fonz. org/zoogoer/zg1999/28(4)biomimetics. htm : "Designs from Life",
Robin Meadows, Zooger, July/August 1999
87
"Biyonik, Doğayı Kopya Etmektiré, Science et Vie'den Çev. : Dr.Hanaslı
Gür, Bilim ve Teknik Temmuz 1985, s. 19
88
"Kusursuz Uçuş Makineleri", Reader's Digeest'tan çev: Ruhsar Kansu,
Bilim ve Teknik, Sayı:136, Mart 1979, s. 23
89 Clive
Gifford, Her Yönüyle Uçaklar, Tubitak Popüler Bilim Kitapları, TUBİTAK, 4.Basım
Ocak 1999 s. 24
90 http://www.
sciam. com/2001/0601issue/0601dickinson. html; Michael Dickinson, Scientific
American, Solving the Mystery of Insect Flight, June 2001
91 http://www.
sciam. com/2001/0601issue/0601dickinson. html; Michael Dickinson, Scientific
American, Solving the Mystery of Insect Flight, June 2001
92 http://www.
sciam. com/2001/0601issue/0601dickinson. html; Michael Dickinson, Scientific
American, Solving the Mystery of Insect Flight, June 2001
95 Bilim ve
Teknik, TUBİTAK Yayınları, No.395, Ekim 2000, s.77
94 news. bbc.
co. uk/. . . /athletics-track/ newsid_935000/935260. stm
96http://www.
utexas. edu/admin/opa/oncampus/01oc_issues/oc010627/oc_vipers. html; On Campus,
Vol.28, No.08, 27 June 2001
93 Bilim ve
Teknik, TÜBİTAK Yayınları, No.395, Ekim 2000, s.77
97http://www.
utexas. edu/admin/opa/oncampus/01oc_issues/oc010627/oc_vipers. html; On Campus,
Vol.28, No.08, 27 June 2001
98http://www. utexas.
edu/admin/opa/oncampus/01oc_issues/oc010627/oc_vipers. html; On Campus, Vol.28,
No.08, 27 June 2001
99 International
Wildlife, September-October 1992, s. 34
100
"Üzerinizdeyken isteğe göre rengi değişen elbise geliyor", Mustafa
Kutlay, Hurriyet Gazetesi, 26 Aralık 2000
101 http://www.
rdg. ac. uk/Biomim/00parker. htm; [Parker, A.R. , Light-reflection strategies,
American Scientist (1999a) 87 (3), 248-255. ]
102 Parker, A.
R. et al. Water capture by a desert beetle, Nature 414, 33-34 (2001) Brief
Communications
103 Parker, A.
R. et al. Water capture by a desert beetle, Nature 414, 33-34 (2001) Brief
Communications
104 Stuart
Blackman, BBC Wildlife, "Fatal Flasher", April 1998, vol.16, no.4,
s.60
105 http://www.
milliyet. com. tr/2001/07/31/yasam/yas07. html
106 http://www.
wbsj. org/bird/contribution/97_910E. html
107 http://www.
wbsj. org/bird/contribution/97_910E. html
108
http://www.bfi.org/trimtab/spring01/TrimtabSpring01.pdf
109
http://www.mercek.org/s2/s02.php?sayi=s2
110 ABD Ulusal
Sandia Laboratuvarları Haber Bülteni, 12 Temmuz 2001
111http://www.
findarticles. com/cf_0/m1511/1_21/58398795/print. jhtml; Robert Kunzig,
Discover, "The Beat Goes On", January 2000
112http://www.
findarticles. com/cf_0/m1511/1_21/58398795/print. jhtml; Robert Kunzig, Discover,
"The Beat Goes On", January 2000
113http://www.
findarticles. com/cf_0/m1511/1_21/58398795/print. html; Robert Kunzig,
Discover, "The Beat Goes On", January 2000
114http://www.
findarticles. com/cf_0/m1511/1_21/58398795/print. jhtml; Robert Kunzig,
Discover, "The Beat Goes On", January 2000
115 http://www.
newscientist. com/hottopics/ai/strikesback. jsp
116 Wild
Technology, Phil Gates, s. 54
117 David
H.Hubbel, Eye Brain and Vision, Scientific American Library, 1988, s.34.
118 http://www.
nature. com/cgi-taf/DynaPage.
taf?file=/nature/journal/v410/n6828/full/410510a0_fs.
html&filetype=&_UserReference=C0A804EC46516639F0E0A2AC62BC3BB39855; Jim
Giles, Nature, "Think Like A Bee", 29 March 2001, s.510-512
119 http://www.
nature. com/cgi-taf/DynaPage.taf?file=/nature/journal/v410/n6828/full/410510a0_fs.
html&filetype=&_UserReference=C0A804EC46516639F0E0A2AC62BC3BB39855; Jim
Giles, Nature, "Think Like A Bee", 29 March 2001, s.510-512
120 Peter
M.Narins Acoustics: In a Fly's Ear, Nature 410, 644-645 (2001)
121 Peter
M.Narins Acoustics: In a Fly's Ear, Nature 410, 644-645 (2001)
122 http://www.
cruzio. com/~devarco/nature. htm
123 Natiaonal
Georaphic Channel (Türkiye), Animal Inventors, 25/11/2001
124
"Biyonik, Doğayı Kopya Etmektir", Science et Vie'den Çev. :
Dr.Hanaslı Gür, Bilim ve Teknik Temmuz 1985,
s. 21
125 http://www.
fonz. org/zoogoer/zg1999/28(4)biomimetics. htm
126 David
Attenborough, The Private Life Of Plants, Princeton University Press, 1995,
s.291
127 http://www.
fonz. org/zoogoer/zg1999/28(4)biomimetics. htm
128
"Biyonik, Doğayı Kopya Etmektir", Science et Vie'den Çev. :
Dr.Hanaslı Gür, Bilim ve Teknik Temmuz 1985, s. 21
129 http://www.
nature. com/nsu/011206/011206-4. html Erica Klarreich, Good Vibrations, Nature
Science Update, 3 Nisan 2001
130
http://mitpress. mit. edu/catalog/item/default.
asp?sid=059CE164-6183-4410-8320-D5828734B95A&ttype=
2&tid=8812
2&tid=8812
131 Bu konuda
ayrıntılı bilgi için bakınız: Harun Yahya, Düşünen insanlar için, Vural
Yayıncılık, Aralık 2000, 4. baskı ss. 71-74.
132 http://www.
howstuffworks. com/snakebot. htm
133 http://www.
newscientist. com/news/news. jsp?id=ns9999637
134 http://ais.
gmd. de/BAR/SCORPION/biology. htm
135 http://ais.
gmd. de/BAR/SCORPION/
136 http://www.
newscientist. com/news/news. jsp?id=ns9999637
137 http://www.
spie. org/web/oer/september/sep00/cover1. html
138 http://www.
spie. org/web/oer/september/sep00/cover1. html
139 http://www.
spie. org/web/oer/september/sep00/cover1. html
140
http://www.berkeley.edu/news/media/releases/2001/11/30_lobst.html
141
http://www.berkeley.edu/news/media/releases/2001/11/30_lobst.html
142 http://www.
rdg. ac. uk/Biomim/projects. htm
143http://news.
bbc. co. uk/low/english/sci/tech/newsid_781000/781611. stm; BBC News Online, 7
June, 2000
144 http://www.
worldwealth. net/samplemag/ArticleGeckoPrint. html; World Wealth International,
February 2001, Vol 1, Issue No.1
145 http://www.
discover. com/sept_00/featGecko. html; Fenella Saunders, Discover, September
2000, vol.21, No.9
146 http://www.
discover. com/sept_00/featGecko. html; Fenella Saunders, Discover, September
2000, vol.21, No.9
147 http://www.
discover. com/sept_00/featgecko. html; Fenella Saunders, Discover, September
2000, vol.21, No.9
148 http://www.
discover. com/sept_00/featgecko. html; Fenella Saunders, Discover, September
2000, vol.21, No.9
149 http://www.
discover. com/sept_00/featgecko. html; Fenella Saunders, Discover, September
2000, vol.21, No.9
150 Wild
Technology, Phil Gates, s. 5
151 Wild
Technology, Phil Gates, s. 55
152 Wild
Technology, Phil Gates, s. 64
153 Wild
Technology, Phil Gates, s. 67
154 Wild
Technology, Phil Gates, s. 67
155
http://www.yourplanetearth.org/terms/details.php3?term=Biomimicry
156 Wild
Technology, Phil Gates, s. 65
157 Bu konuda
ayrıntılı bilgi için bakınız: Harun Yahya, Düşünen insanlar için, Vural
Yayıncılık, Aralık 2000, 4. baskı ss. 99-101
158 Wild
Technology, Phil Gates, s. 66
159
http://www.bitkidunyasi.net/ilgincbitkiler/ilgincbitkiler1.html
160 Wild
Technology, Phil Gates, s. 44
161 Wild
Technology, Phil Gates, s. 67
162 Natiaonal
Georaphic Channel (Türkiye), Animal Inventors, 25/11/2001
163 Wild
Technology, Phil Gates, s. 16
164 Richard
Dawkins, Climbing Mount Im probable, W.W. Norton & Company; ISBN:
0393039307, September 1996, s.92
165
http://ece.clemson.edu/crb/labs/biomimetic/elephant.htm
166 John C.
Leffingwell, "Olfaction-Page 5: Recent Events in Olfactory
Understanding", 2001, http://www.leffingwell.com/olfact5.htm.
167 R. Axel,
"The Molecular Logic of Smell", Scientific American, Ekim 1995, s.
154-159.
168 "A database
of human olfactory receptor genes", The Human Olfactory Receptor Data
Exploratorium, 2001, http://bioinformatics.weizmann.ac.il/HORDE/humanGenes/.
169 Heinz Breer,
"Olfaction", Encyclopedia of Life Sciences, Ağustos 1999,
http://www.els.net.
170 Stuart
Firestein, "Olfactory Receptor Neurons", Encyclopedia of Life
Sciences, Aralk 2000, http://www.els.net.
171 W. Wu, K.
Wong, J.H. Chen, Z.H. Jiang, S. Dupuis, J.Y. Wu, Y. Rao, "Directional
guidance of neuronal migration in the olfactory system by the protein
Slit", Nature 400, 22 Temmuz 1999, s. 331-336.
172 G. Ohloff,
"Scent and Fragrances", Springer-Verlag, Berlin Heidelberg, 1994, s.
6.
173 A.I.
Spielman, J.G. Brand, W. Yan, "Chemosensory Systems", Encyclopedia of
Life Sciences, Haziran 2000.
174 Michael
Meredith, "The Vomeronasal Organ", Florida State University, 2001,
http://www.neuro.fsu.edu/research/vomer.htm.
175 "The
Olfactory System: Anatomy and Physiology", Macalester College, 2001,
http://www.macalester.edu/~psych/whathap/UBNRP/Smell/nasal.html.
176 Frank
Zufall, Trese Leinders-Zufall, "The Cellular and Molecular Basis of Odor
Adaptation", Chemical Senses 25, Oxford University Press, 2000, s.
473-481.
177 R.S. Herz,
T. Engen, "Odor memory: review and analysis", Psychonomic Bulletin
and Review 3, 1996, no. 3, s. 300-313.
178 Tim Jacob,
"Olfaction", 2001,
http://www.cf.ac.uk/biosi/staff/jacob/teaching/sensory/olfact1.html.
179 R.S. Herz,
T. Engen, "Odor memory: review and analysis", Psychonomic Bulletin
and Review 3, 1996, no. 3, s. 300-313.
180 Tim Jacob,
"Olfaction", 2001,
http://www.cf.ac.uk/biosi/staff/jacob/teaching/sensory/olfact1.html
181 Selçuk
Alsan, "Yemeklerin Tad, Kokusu", Bilim ve Teknik, şubat
1999, s. 98-99.
182
"Disorders of Smell", Macalester College, 2001,
http://www.macalester.edu/~psych/whathap/UBNRP/Smell/disorders.html.
183 Tim Jacob,
"Olfaction", 2001,
http://www.cf.ac.uk/biosi/staff/jacob/teaching/sensory/olfact1.html.
184
"Nutrition and Appetite", Monell Chemical Senses Center, 1998,
http://www.monell.org/researchoverview_h.htm
185 Tim Jacob,
"Olfaction", 2001,
http://www.cf.ac.uk/biosi/staff/jacob/teaching/sensory/olfact1.html.
RESİM ALTI
YAZILARI
s.13
"Biomimicry"
isimli kitap.
s.19
Abalone
s.21
Midye kabuğu mikroskobik boyuttaki
tuğlalardan oluşur. Bu katmanlı yapı kabuktaki çatlakların yayılmasına engel
olur.
Mercanlar
sağlamlık açısından midye kabuklarındaki sedef ile yarışabilir. Mercanlar,
denizdeki kalsiyum tuzlarını kullanarak gemilerin çelik gövdelerini yaracak
kadar sert bir yapı oluştururlar.
s.22
Abolone adlı
deniz canlısından esinlenilerek elde edilen malzeme, ABD'de ordunun çeşitli
laboratuvarlarında denendikten sonra tanklarda zırh olarak kullanılmıştır.
s.23
Doğadaki pek çok malzeme insanlara örnek
olabilecek üstün özelliklere sahiptir. Mesela kemiğin bir gramı demirin bir
gramına oranla çok daha sağlamdır.
s.24
Hafif yapılı kompozit malzemeler üstün
nitelikleri nedeniyle uzay teknolojisinden, spor malzemelerine kadar geniş bir
alanda kullanılmaktadır
s.26
Kablo
demeti
Kablo teli
Taşıyıcı halat
Asma köprülerdeki taşıyıcı halatlar,
kaslarımızda olduğu gibi kablo demetlerinden oluşur.
Kas
Kas lifi
s.28
Balina yağı
s.29
Levhalar
Kalsiyum
karbonat tuğlalar
Organik harç
Tuğlalardan örülmüş bir duvar
görünümündeki sedefin iç yapısı, organik bir harçla sıkıştırılmış tabakalardan
oluşur. Darbeyle oluşan çatlaklar, bu harcı geçmeye çalışırken yön
değiştirirler, böylece hızları kesilerek bir süre sonra dururlar.31
s.31
Tahta, tüp
şeklindeki liflerden oluşur. (yanda) Bu, tahtaya dayanıklılık özelliğini
kazandırır. Selüloz olarak adlandırılan tahtanın hammaddesi karmaşık bir
kimyasal yapıya sahiptir. (sağda altta) Eğer selülozu oluşturan kimyasal bağlar
ya da atomlar farklı olsaydı, tahta bu kadar esnek ve sağlam bir yapıda
olamazdı.
c: Lifçik
ekseni
Monoklinik birim hücresi (10Å)
Molekül (<10Å)
Mikro lifçikler (20-200Å)
Düzensiz ara yüzeyli kristal paketçiği
Bitki hücre duvarları
1
2
Kurşun geçirmez giysi yapabilmek için
ağacın örnek alınan yapısı. (solda) Ağaç farklı bir yapıda olsaydı, süper sert
bir malzemeye sahip olamazdı.
1. Tahtadaki tüp şeklindeki duvarları
taklit etmek için dikkatlice yerleştirilmiş lifler.
2. Cam fiberlerle kuvvetlendirilmiş reçine
3. Düz yüzeyler arasındaki oluklu katman
4. Ağacın tüp yapısını taklit edecek
şekilde düzenlenmiş katmanlı yapı.
3
4
s.32
Tahtanın
tasarımı örnek alınarak yapılan malzemelerin, kurşun-geçirmez giyimde
kullanılabilecek kadar dayanıklı olacağına inanılıyor.35
s.34
100 nm
çap 2µm
50 nm
20 Å
1 cm
50 Å
Matriks
Polialanin kristalleri içerir
20 Å
NPL kristali
Polialanin kristalleri içerir
Gly
|
Gly
|
Gly
|
Tyr
|
Pro
|
Pro
|
Gly
|
Gly
|
Gly
|
Pro
|
Gly
|
Gln
|
Gly
|
Tyr
|
Gln
|
Matriks
Ala
|
Gly
|
|
Diğer ß plakası
|
Ala
|
Gly
|
|
|
Ala
|
X1
|
|
|
Ala
|
Gly
|
|
|
Ala
|
Gly
|
10 Å
|
|
Ala
|
X2
|
|
|
NPL kristali
Örümceklerin ipekleri son derece karmaşık
bir kimyasal yapıya sahiptir. Bu yapı Allah'ın benzersiz sanatının ve sonsuz
ilminin bir örneğidir.
s.35
İpek üretim bölgesi
İplikçikler
İpek üretim bezleri
Memecikler
s.36
Örümceğin ipek üretim bölgesinden
ayrıntılı bir görünüm.
s.37
Örümcekler avlarını yakalamak için son
derece nitelikli ağlar kurarlar. Ağ, havada uçan bir sineğin hareket enerjisini
emerek durdurabilecek mükemmel bir tasarıma sahiptir. Uçak gemilerinde
güverteye inen uçakları yakalamak için kullanılan gergin teller de örümceğin
kullandığı sistemle benzeşir. Bu teller, 250 km/s hızla inen, tonlarca
ağırlıkta bir uçağın kinetik enerjisini, tıpkı ağın yaptığı gibi güvenli bir
şekilde emerek durdurur.
s.38
Doğayı ve tüm canlıları yaratan Allah'ın
ilminin ne kadar büyük olduğunu anlamak için sadece şu örnek bile yeterlidir:
Örümcekler çelikten 5 kat daha sağlam ipek ipliği üretirler. Bizim en yüksek
teknoloji ürünümüz olan Kevlar ise, yüksek sıcaklıklarda, petrol türevi malzeme
ve sülfürik asit kullanılarak yapılır. Bu üretim sırasında enerji girdisi aşırı
derecede yüksektir ve oluşan yan ürünler de çok zehirlidir. Üstelik sağlamlık
açısından Kevlar, örümcek ipliğine göre zayıftır.41
s.44
İnsanların bitkilerden öğrenebilecekleri
sadece solar hücrelerle sınırlı değildir. Bitkiler insanlara, inşaat
sektöründen parfüm endüstrisine kadar birçok yeni ufuk açmaktadır.
Günümüzde, gelişmiş laboratuvarlarda
parfüm, deodorant, sabun kokusu üreten kimya mühendisleri ise bu salgı
bezlerinin yaptıklarını taklit ederek, güzel kokular üretmeye çalışırlar.
Örneğin Nina Ricci, Guerlain ve Christian Dior gibi pek çok ünlü firma
ürettikleri kokuların içeriklerinde doğada bulunan bitki özlerini
kullanmaktadırlar.44
s.45
Yaprakların
dış yüzeyleri cilalı ve ince bir tabakayla kaplıdır, bu sayede bitkiler sudan
korunur. Bu korunma zorunludur; çünkü havadan emilen ve bitkinin yaşaması için
gerekli olan karbondioksit, yaprak hücrelerinin aralarında bulunur. Eğer bu
hücrelerin arası suyla dolu olsaydı o zaman karbondioksit oranı azalacak ve
bitkilerin yaşaması için gerekli olan fotofentez işlemi yavaşlayacaktı. Ama
yaprak yüzeylerindeki ince tabaka sayesinde bu tehlike önlenir ve bitkiler
rahatlıkla fotosentez yapabilir.
s.48
Üzerinde sıvı bulunan Lotus bitkisinin
yaprağı
Bonn
Üniversitesi'nden Dr. Wilhelm Barthlott, mikroskop altında yaptığı
incelemelerde, en az temizlik gerektiren yaprakların en pürüzlü yüzeylere sahip
olduğunu fark etmiştir. Dr. Barthlott, bunların en temizi olan Lotus bitkisi
üzerinde, bir çivi yatağı gibi minik noktalar olduğunu buldu. Bir toz ya da kir
zerresi yaprak üzerine düştüğünde, belli belirsiz biçimde bu noktalar üzerinde
iki yana sallanır. Bir damla su, bu minik noktalar üzerinde yuvarlanınca zayıf
şekilde tutunmuş olan kiri alıp götürür. Diğer bir deyişle, nilüfer çiçeği,
kendi kendini temizleyen bir yaprağa sahiptir.47 Nilüfer çiçeğinin
bu özelliği araştırmacılara ilham kaynağı olmuş ve LOTUSAN adı verilen, 5 yıl
kendisini temiz tutacağı garantisi verilen dış cephe malzemesi üretilmiştir.
Yağmur damlasının lotusan yaprağı
üzerindeki temizleyici etkisi
Su damlasının normal bir yüzeydeki etkisi
Lotusanla kaplı bir bina cephesinde su
damlalarının temizleyici etkisi
s.49
Deniz yosunu
s.51
Manduca güvesi ve tütün bitkisi
s.52
Geociris
Manduca
güvesinin tırtılı
s.55
Fiber
optik kablolar
Rossella
Racovitzae
s.58
Bir jet
motoru bir ucundan havayı emer ve diğer ucundan çok daha büyük bir hızla dışarı
bırakır. Harrier uçakları, motorlarının egzozlarından yüksek hızla çıkan havayı
özel kanallar aracılığıyla yere doğru püskürtürler. Harrier bu sistem sayesinde
dikey iniş-kalkış yapabilir. Uçak havalandıktan sonra egzoz çıkışı geriye doğru
yönlendirilir.
Mürekkep balığı da, jet uçaklarındaki gibi
jet tipi itme hareketini kullanır. Mürekkep balığının bedeninde, cep benzeri iki
açıklık bulunur. Bu açıklıktan alınan su, kuvvetli kaslardan oluşan esnek bir
torbaya alınır. Torbada arkaya doğru açılan bir kanal bulunur. Kasların
kasılmasıyla kesedeki su büyük bir hızla kanaldan dışarı atılır. Bu canlı,
düşmanlarından kaçarken 32 km/saat hıza kadar ulaşabilir, hatta bazen sudan
dışarı sıçrayarak gemilerin güvertelerine düşebilir.55
s.59
Bir istiridye, deniz yıldızı tarafından
tehdit edildiğinde kabuğunun iki yakasını aniden kapatır. Böylece bir miktar
suyu jet hareketi oluşturacak şekilde dışarı atar ve bedenini ileri fırlatmış
olur.
Bilimsel
adı Ecballium elaterium olan acı kavun bitkisi, tohumlarını
meyvelerindeki şiddetli bir patlama ile etrafa dağıtır. Bu patlama jet tipi bir
hareketle gerçekleştirilir. Sapından kurtulup düştüğünde meyvenin içindeki
basınç dengesi bozulur ve meyvenin içindeki tohumlar yapışkan bir sıvı ile
dışarı fışkırtılır. Bitkideki bu düzen, bir mermiyi namlusundan saniyede 1.000
metre hızla fırlatan tabancanınkine benzer.57
s.60
Denizaltı
Su Yüzeyinde
Denizaltı
Su Altında
Denizaltılar
su yüzeyine çıkmak ya da dibe dalmak için, özel bölmeler kullanırlar. Bu
bölmeler Nautilus'taki bölmelerle aynı işi görür. Bölmeler hava ile dolu
olduğunda denizaltı su yüzeyinde durur. Bölmedeki hava su ile değiştiğinde denizaltı
dibe batar. Uygun miktarda suyun bölmelere basılması ya da boşaltılması
sağlanarak denizaltının su altındaki seyri ayarlanır.
Nautilus
s.61
Denizaltıların dalış tekniği balıkların
kullandığı tekniğe de benzer: Balıklar suyun içine dalış ya da yüzeyine doğru
çıkış yapmak için suya göre yoğunluklarını kontrol edebilirler. Balıklarda
içini hava ile doldurdukları bir yüzme kesesi bulunur. Bu kesedeki havanın
miktarının değişmesi, balığın suya göre olan yoğunluğunda da değişime yol açar.
Balık böylece dibe dalabilir veya yukarı çıkabilir. Balıklar bazen bu kesede
öyle bir ayarlama yaparlar ki, su yüzeyinin altında batmadan ya da yükselmeden
sabit durabilirler.
s.62
Denizaltıların
su içindeki seyri özel kumanda sistemleri ile sağlanır. İnsan zekasının ürünü
olan bu sistemler uzun mühendislik çalışmaları sonucunda oluşturulmuştur.
Aklını kullanabilen hiç kimse bunların tesadüfen oluştuğunu iddia etmez. Ancak
evrimciler, denizaltının yapabildiği işin aynısını yapabildiği halde,
Nautilius'un tesadüfen oluştuğunu iddia edebilmektedirler. Kuşkusuz böyle bir
iddianın gerçek olamayacağı açıktır.
s.63
Nautilus'un bu 100 milyon yıllık fosili
hayvanın hiç evrim geçirmediğinin delillerindendir. Allah bu hayvanı sahip
olduğu mükemmel tasarımla, eksiksiz olarak bir anda yaratmıştır.
s.67
Boeing 767
uçaklarında konuşlandırılan ve AWACS olarak adlandırılan sistemler, sahip
oldukları gelişmiş radar donanımı ile erken uyarı ve hedef kontrol amacıyla
kullanılır.62 Karada ve havada oldukça etkili olan AWACS, denizde sadece deniz
üstündeki gemileri fark edebilir; denizaltılar söz konusu olduğunda ise aynı
başarıyı gösteremez, yani deniz dibi AWACS'ın etki alanı dışındadır.63
s.68
Bulldog yarasası, su içindeki hedefleri
tespit etme konusunda AWACS'tan üstündür. Bu yarasa, sonar sisteminin
yardımıyla balık avlayabilmektedir. Bu özellikleri nedeniyle onu hem avcı hem
de erken uyarı özelliklerini beraberinde barındıran üstün bir savaş uçağı gibi
düşünmek hiç de abartılı olmaz. Bulldog yarasası su yüzeyine yakın seyreden
balığı, sonarı ile tespit ederek dalışa geçer. Yarasanın ayakları balık avı
için ideal bir tasarıma sahiptir. Tırnakları bir jilet kadar ince ve keskindir.
Avına yaklaştığında ayaklarını suya daldırır. Tırnakların ince yapısı sayesinde
su direncinin olumsuz etkisi ile karşılaşmaz. Keskin, sivri uçlu ve iri
tırnaklar, avı kavramak için büyük yarasaya bir avantaj sağlar.64
Bazı güve
çeşitleri yaydıkları yüksek frekanslı sesler ile yarasanın yer belirleme
sistemini karıştırırlar. Böylece yarasa, güvenin yerini tespit edemez
dolayısıyla da onu avlayamaz.65 Bugün ABD ordusunun kullandığı EA-6B
Prowler adlı uçaklar, güvenin yaptığı işi taklit eder. Bu uçak sahip olduğu
elektronik donanım sayesinde düşman radarlarını bozarak hedef tespiti yapmasını
engeller. EA-6B Prowler aynı zamanda düşmanın haberleşme sistemlerini de sabote
edebilir.66
EA-6B Prowler
s.69
Yollanan
ses dalgaları
Yansıyan
ses dalgaları
s.70
Her şeyin
melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne Yücedir. Siz O’na
döndürüleceksiniz. (Yasin Suresi, 83)
s.71
Bilim
adamları ve mühendislerin, doğadaki sonar sistemlerinden yola çıkarak
yaptıkları birçok robot vardır. Bunlardan biri de K-Team isimli firmanın
ürettiği robottur. 6 adet sonar ünitesini kullanan "Koala" adlı bu
robot, uzaktan kumanda ile idare edilen bir keşif robotu olarak tasarlanmıştır.
Roman Kuc
s.72
En
gelişmiş sonarların başında, cihazdan gelen verileri yorumlayabilecek özel
eğitim görmüş operatörler bulunur. Oysa evrimcilerin insandan daha ilkel
olduğunu kabul ettikleri yunuslar, hiçbir zaman böyle bir operatöre ihtiyaç
duymazlar.
Evrimciler, yunuslardaki sonarın çeşitli
nedenlerle meydana gelen bir dizi değişiklik sonucu ortaya çıktığını iddia
eder.72 Bu iddia, bir rafta duran binlerce elektronik devre parçasının rüzgar
ya da yer sarsıntısı gibi nedenlerle biraraya gelerek bir sonar devresini
oluşturduğunu söylemekle aynı anlamda ve en az onun kadar saçmadır.
Sonar
devresinin bir parçası
s.77
Elektrikli
savunma silahı
Elektrikli yılan balığı
Elektrikli
yılan balığı "Electrophorus electricus" Amazon nehrinde
yaşamaktadır. Boyu 2 metreyi bulan bu balığın gövdesinin üçte ikisi elektrik
üreten organik plakalarla kaplıdır. Balık, sayısı 5.000-6.000 kadar olan bu
plakalar sayesinde 550 volt/2 amperlik bir elektrik üretir. Balıktan yayılan bu
elektriğin şok etkisi, balığın 2 m. uzağındaki canlıları bile öldürecek kadar
şiddetlidir.76
Balığın bu
denli büyük bir enerjiye sahip olması gerçekten büyük bir yaratılış
mucizesidir. Sistem son derece komplekstir ve "aşama aşama" gelişmesi
gibi bir ihtimal de söz konusu değildir. Çünkü balığın elektrik sistemi tam
olarak işlemediği sürece, ona hiçbir avantaj sağlamayacaktır. Bir başka
deyişle, bu sistemin her parçası aynı anda kusursuz bir şekilde yaratılmıştır.
Bilim adamları elektrikli yılan balığının sahip olduğu bu savunma
mekanizmasının benzerlerini taklit etmektedir ve günümüzde bu balığınkine
benzer elektrikli savunma silahları kullanılmaktadır.
s.78
Elektrik sinyallerini, bir cismin yerini
tespit amacıyla ya da haberleşme için kullanabilirsiniz. Ancak bunun için büyük
bir bilimsel birikime ve ileri bir teknolojiye sahip olmanız şarttır. Nitekim
günümüzde bile, bu seviyeye ulaşmış ülkelerin sayısı son derece azdır. Oysa
bazı elektrikli balıkların vücutlarında etrafa sürekli olarak elektrik
sinyalleri yayan, bir yandan da bu sinyallerin çarptığı cisimleri yorumlayan
organik bir radar vardır. Balık bu radar sayesinde çevrelerindeki nesnelerin
büyüklüğü, iletkenliği ve hareketi hakkında bilgiler edinebilir. Ayrıca aynı
sistemle karşısındaki başka bir elektrikli balığın cinsiyeti ve erginlik durumu
hakkında bilgi edinebilir, onu çiftleşmeye davet edebilir veya korkutabilir.77
İnsanların kullandıkları radarların ve haberleşme sistemlerinin ne denli
kompleks aygıtlar olduklarını düşündüğümüzde, balığın vücudundaki yaratılışın
harikalığı daha açık olarak ortaya çıkar.
s.79
Cisimlerin
yerini tayin ederken fil balığının beyninin çalışma prensibi, insan beyninin
uzaklığı hesaplamada kullandığı prensibe benzer. İnsan, uzaklığı ses dalgaları
arasındaki mesafeye ve dalgaların nesneden kulağa gelinceye kadar geçen süreye
göre belirler. Bu saptama saniyenin 15 binde biri kadar bir zamanda yapılır.
Fakat California Üniversitesi'den araştırmacı G. Rose ve Heilingenberg, balığın
bu hesaplamaları saniyenin 400 milyarda birinde yaptığını bulmuştur. Rose,
balığın küçük ve basit bir yapıya sahip gibi görünmesine rağmen gerçekte,
"içinde süper bilgisayarların da özü yerleştirilmiş harika bir balık"
olduğunu belirtmektedir.78
s.82
Uçaklar
kuşlardan çok daha hızlı uçar. Ama uçuş sırasında da atmosfere çok yüksek ısı
salarlar. Oysa kuşların vücudundaki hava dolaşımı tıpkı bir soğutma sistemi
gibidir. Bu nedenle kuşları, uçakları vurduğunuz gibi ısı güdümlü bir roket ile
vuramazsınız.
s.83
Kuşlar, esneklik ve hareketlilik konusunda
da uçaklardan oldukça ileridir. Bunun için bir kuşun boynunu incelemeniz
yeterli olur. Boyun, gaganın, vücudun herhangi bir kısmına kolaylıkla
erişmesini sağlar. Kuş bu sayede uçuş
için en önemli unsur olan tüylerin bakımını rahatlıkla yapabilir. Ayrıca
flamingolarda olduğu gibi uçuş sırasında dengeyi de sağlar. İnsanlığın yaklaşık
100 yıldır bu konuda elde ettiği ilerleme, Concorde uçağının yukarı aşağı
hareket eden burnu olmuştur. Üstelik Concorde'daki bu tasarım da yunuslardan kopya
edilmiştir.
s.84
Hiç uçak kanadının bir parçası olan
"flap"ın (uçağın kanatlarının arkasında bulunan, yukarı aşağı hareket
ederek uçağın alçalıp yükselmesini sağlayan bir parça) bozulduğunda kendini
onardığını ya da kendi kendine yenisi ile değiştiğini duydunuz mu? Oysa
kuşların uçaktaki flaplar ile aynı görevi yapan tüyleri, Allah'ın onlara
verdiği kusursuz sistem sayesinde bunu yapabilir.
s.85
Eğer bir
tüyü elinize alıp parça parça çekerseniz, güçlü bir direnç ile karşılaşırsınız.
Çünkü tüyler "barbicel" adı verilen küçük küçük çengeller ile
birbirlerine sıkıca kenetlenmiştir. Hatta koparıldıktan sonra dahi tüyün kendi
kendini tamir gücü vardır. Parçalanmış tüyleri biraraya getirip uzunlamasına
birkaç kere okşamak, "barbicel"lerin tüylerinin tekrar birbirine
kenetlenmesini sağlamak için yeterlidir.
s.86
Rus pilotu Victor Pougatchev'in, Su-27
uçağıyla yaptığı "kobra" adı verilen manevra, havacılık tarihine
geçmiştir. Bu hareket Pougatchev'in uçağının havada bir an duraksayarak düşman
uçağının arkasına geçmesine imkan tanımaktadır.82 Pougatchev'in bu
manevrası, bir arı kuşunun yaptıklarının yanında oldukça basit kalmaktadır.
s.88
Kuşlar uçmak için tasarlanmış bir vücut
yapısına sahiptir. Bunun için kuşların boyun yapısına bakmak yeterlidir. Bir
serçenin boynu 14 omurdan oluşurken bu sayı zürafalar için de 14'tür. Kuş bu
sayede uçuş sırasında vücudunu rahatlıkla dengeleyebilir, avlanabilir ve
tüylerinin bakımını yapabilir.
s.89
Gerçekten
hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır. (Müminun Suresi, 21)
s.90
Kuşların
kanat yapıları bir tasarım harikasıdır. Kuş, aynı kanat yapısıyla hem sıcakta
hem de soğukta uçabilir. Rüzgarda ya da durgun havada da aynı kanatlarla uçar.
Kuş değişen şartlara karşı kanadını en başarılı biçimde kullanarak uçabilir. Kuşların
bu üstün özelliği bilim adamlarının dikkatini çekmiş ve değişen şartlara göre
biçim değiştirebilen kanatlar yapmayı amaçlamışlardır. Resimde bu amaçla
tasarlanan bir kanadın kesiti görülüyor.
s.92
Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve
yerin mülkü Allah’ındır. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.
(Bakara Suresi, 107)
s.93
Baykuşlar, avlarını, geceleri onların
farkında olmadıkları bir anda yakalamak için üzerlerine sessizce çullanırlar.
Virginia'daki NASA Langley Araştırma Merkezi'ndeki araştırmacıların
belirttiğine göre birçok kuşun uçuş tüylerinin belirgin, düzgün şekilli
kenarları olmasına karşın baykuşların uçuş tüyleri, havanın kanat üzerinden
geçerken ortaya koyduğu türbülansı -ve böylelikle gürültüyü de- azaltacak
şekilde yumuşak saçaklara sahiptir. Askeri tasarımcılar baykuş kanatlarını
taklit ederek hayalet uçakları olduklarından daha da gizli hale getirebilmeyi
umuyorlar. Baykuşlardaki tasarım sayesinde radarlar tarafından görülmeyen
uçakların hiç duyulamayacak kadar sessiz olması hedefleniyor.86
s.94
Kuşların
kanat şekli, uçabilmelerinde rol oynayan bir numaralı faktördür. Şahin, atmaca
ve kırlangıç gibi hızlı uçan kuşların kanatlarının uçları, diğer kuşların
kanatlarına göre arkaya doğru daha çekik, dar ve sivri uçludur. Kuşların bu
kanat özellikleri uçak mühendisleri için yol gösterici olmuştur.88
s.95
Yüksek
hızlarda en iyi kanat şekli, uçları geriye doğru çekik kanatlardır. Düz
kanatlar ise daha fazla kaldırma kuvveti sağlar. Bu, kalkış ve iniş sırasında
önemlidir. Bu iki özellikten de
yararlanmanın tek yolu, konumlarını değiştirebilen kanatlar yapmaktır.89
Bunlara
hareketli kanatlar denir. F-111, Tornado gibi savaş uçakları böyle kanatlara
sahiptir. Bu uçakların kanatları hız kazandıkça kuyruğa doğru konum değiştirirler.
Uzun çalışmalar sonucunda keşfedilen bu
tasarım, kuşlarda ilk yaratıldıkları andan itibaren vardır.
Kuş
kemiklerinin içleri boştur, bu nedenle de son derece hafiftir. Modern uçakların
kanatları da kuş kemiklerinden ilham alınarak içleri boş olarak tasarlanmaktadır.
s.96
Albatroslar uzun ve büyük yüzeyli
kanatlara sahiptir. Albatros bu yapısı sayesinde kanatlarını çırpmadan uzun
mesafelerde uçabilir. Planörlerin kanat yapısı albatroslardan örnek alınarak
tasarlanmıştır. Bu sayede planörler de pervane kullanmadan uzun süre havada
süzülerek uçabilir.
s.97
Kuşlar iniş ve kalkışlarında rüzgarı
cephelerinden almayı tercih ederler. Böylece daha az enerji harcamış olurlar.
Havaalanları yapılırken uçuş pistleri de
cepheden rüzgar alacak biçimde konumlandırılırlar. Böylelikle karşıdan rüzgar
alarak uçuşa geçen uçaklar daha az yakıt harcamış olurlar.
s.100
Bilimsel
çevreler uçak teknolojisinde büyük gelişmeler kaydedildiği konusunda
hemfikirdirler. Ancak iş mikro-çırpmalı uçuşa gelince, Wright kardeşlerin 1903
yılında bulundukları seviyede olduklarını itiraf etmektedirler. Üstte
böceklerin kanatları örnek alınarak yapılan bir mikro uçuş sistemi, yanda da
Wright kardeşlerin yaptığı ilk uçak görülüyor.
s.101
Büyük düz
kanatlar böceklerin uçuşunda avantaj sağlar. Ancak böyle kanatların zarar görme
riski de fazladır. Bu nedenle katlanabilmeleri gerekir. Ne var ki büyüklük
katlanmayı zorlaştıran bir özelliktir. Arılarda bu problem, çengelcik adı
verilen bir sıra hassas kanca dizisi tarafından çözülür. Çengeller kanatları
birbirine birleştirir. Arı bir yere konduğunda, çengelcikler birbirlerinden
ayrılır ve kanatlar rahat bir şekilde katlanabilirler.
s.104
Köpek balığının derisindeki pullarda U
biçimi kanallar bulunur. Bu kanallar girdaplar oluşturarak suyu vücuda
yaklaştırır ve suyun yüzücüye karşı oluşturduğu direnci de azaltır. Yukarıdaki
büyük resimde köpek balığının derisinin taramalı elektron mikroskobundaki
görünüşü yer alıyor.93 Sidney Olimpiyatlarında Avustralyalı Ian
Thorpe gibi altın madalyalı tüm yüzücüler köpek balığı derisinin özelliğini
taşıyan mayolar giydiler. Bu, yeni bir iş sahasının açılmasını sağlayacak kadar
önemli bir gelişmeydi. Mayo üretiminde dünyanın en ünlü isimleri arasında yer
alan Speedo, Nike ve Adidas gibi firmalar biyomekanik ve
hidrodinamik konusunda birçok uzmanı işe aldılar.94
s.107
Aslında
renk değiştirebilen elbiselerin teknolojisi ile bukalemunun renk değiştirme
özelliği benzer gibi gözükse de ikisi birbirinden oldukça farklıdır. Çünkü bu
teknoloji renk değişim özelliği taşısa da bukalemun gibi kamuflaj özelliğine
sahip değildir. Bukalemun hiçbir zahmete katlanmadan en kısa zamanda bulunduğu
ortama uyum sağlarken renk değiştirme teknolojisinde böyle bir özellik yoktur.
s.108
Bukalemunlar bulundukları ortama uygun
olarak renk değiştirebilirler. Aslında hayvan, kendisine büyük avantaj sağlayan
bu özelliğinden haberdar bile değildir. Allah bukalemunun vücudunu,
kendiliğinden ortamın rengini almasını sağlayan bir sistemle yaratmıştır.
s.117
Pürüzlü
çıkıntılar
Pantograf
Baykuş tüyü
s.119
Tünel
Basınç Dalgası
Tren
Giriş
Çıkış
Mikro Basınç Dalgası
s.120
Yalı
Çapkını kuşu avlanmak için, direnci az olan havadan direnci çok olan suya
dalar. Kuşun gagası suya dalışı kolaylaştırdığı gibi vücudunun da bir zarar
görmesine engel olur. Buna karşın hayvan dalış yaparken suyun içindeki avını
görmek zorundadır. Allah bu canlıyı suya dalarken hem görmesini engellemeyen
hem de gözü koruyan özel bir koruma mekanizması ile yaratmıştır. Yalı çapkının
bir özelliği de yaptığı dalışlarda su içindeki hedeflere tam isabet
kaydetmesidir. Suyun dışından bakıldığında suyun içindeki cisimlerin
olduklarından farklı yerlerde göründükleri düşünüldüğünde bu küçük kuşun
başardığı işin önemi daha iyi anlaşılmaktadır.
s.131
Diyafram
Filmdeki Görüntü
Cisim
Mercek
Retinadaki
Görüntü
İris
s.137
İç retina
Dış retina
Optik
sinir
İris
Kornea
s.141
Ey insanlar,
(size) bir örnek verildi ; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında
tapmakta olduklarınız –hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir
sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da
ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. Onlar, Allah’ın kadrini
hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. (Hac
Suresi, 73-74)
s.143
Tasarladığı yapılarda doğadaki formları
kullanan ünlü mimarlardan Buckminster Fuller, doğadaki tasarımların harika
kalıplarda olduğunu söyler. Fuller'a göre doğada dinamik, fonksiyonel ve
ürünleri hafif olan bir teknoloji vardır. Bunu zorunlu kılan şey ise "optimum
verimlilik"tir.122 Fuller resimde, ışınlı olarak adlandırılan
mikroskobik canlılardan esinlenerek hazırladığı tasarım ile görülüyor.
s.144
Eugene Tsui, projelerinde doğadaki
tasarımları kullanmasıyla tanınmış bir mimardır. Tsui, binalarda görmeye alıştığımız
düz, köşeli birbirini kesen hatları kullanmaz. Bunun yerine doğada hakim olan
eğimli, yuvarlak hatları tercih etmiştir. Tsui bu tarz planlanmış yapıların
deprem, sel, rüzgar gibi yıkıcı etkilere göre daha sağlam olduğunu
söylemektedir.123
İstiridye
kabuğu ve Royan Çarşısı
İstiridye kabuklarının kıvrımlı yapıları
onlara büyük bir dayanıklılık kazandırır. Oluklu mukavvalarda istiridyelerdeki
kıvrımlı tasarım uygulanmaktadır.Bu nedenle oluklular, düz tabaka şeklindeki
mukavvalardan çok daha sağlamdır.
s.145
Münih
Olimpiyat Stadı
s.146
New York'taki JFK Havaalanı'nda, Pan
American Terminal binasının çatısı inşa edilirken nilüfer bitkisinin yapısından
faydalanılmıştır.
Yandaki resimde nilüfer yaprağı şeklinde
tasarlanmış bir çatının, üzerindeki yükleri nasıl dağıttığı görülmektedir.
s.147
Londra'daki
Kristal Saray
s.149
Soldaki resimde nilüfer çiçeğinin kesiti
görülüyor. Alttaki resimde ise nilüfer bitkisinin su yüzeyindeki yaprağı ve
çiçeği yer alıyor.
s.150
Eiffel Kulesi, uyluk kemiğinin başındaki
yapıya benzer şekilde inşa edilmiştir. Bu tasarım sayesinde kule hem sarsılmaz
bir özellik kazanmış hem de havalandırma problemini ortadan kaldırmıştır.
s.151
Kemiklerdeki kafes yapı bugün inşaat
alanında kullanılan temel tekniklerden biri haline gelmiştir. Bu tekniğin
kullanıldığı yapılarda hem malzeme tasarrufu sağlanmakta hem de yapının
iskeleti kemikteki gibi sağlamlık ve esneklik kazanmaktadır.
Birçok
mimar ve inşaat mühendisi çatı tasarımı yaparken kemiğin iç yapısından
faydalanmıştır. Kafes yapı, kemiğin kaldırabildiği yük kapasitesini artırır ve
büyük bir sağlamlık kazandırır. Kemiktekine benzer iğli yapılar sayesinde büyük
alanları kaplayabilen sağlam çatılar yapılabilmektedir.
s.152
Yukarıdaki resim muz bitkisinin
liflerindeki jeodezik yapıyı gösteriyor. Bu resimlerde ise söz konusu yapıdan
örnek alınarak yapılan binalar görülüyor.
s.157
1. Münih
Olimpiyat Stadyumu, 2. Münih Hayvanat Bahçesi, 3. Cidde Havaalanı 4. Denver'da bir havaalanı 5. Sidney Ulusal
Atletik Stadyumu
s.163
Yarımdaire
kanalları
Ampüler
sinirler
Ampüller
Saküller
Koklea
Endolimfle
dolu kanallar
En üst
yarımdaire kanallı
Orta
yarımdaire kanallı
Arka
yarımdaire kanallı
Kristler ve ampüler sinirler
s.164
Denge,
insan bedenindeki en karmaşık kompleks tarafından sağlanan olağanüstü bir
kavramdır. İnsanın dengesi, bir masanın ya da sandalyenin dengede durmasına
benzemez. Çünkü insan vücudu sürekli bir hareket halindedir. Bu yüzden vücudun
ağırlık merkezi sürekli olarak yeniden hesaplanır ve kaslara bu hesaba uygun emirler
verilir.
s.166
Kamera ve
radyo bağlantısı
Ses üstü
algılayıcılar
Kızıl ötesi algılayıcılar
Kayalık bölge
Hedef
s.167
Yüksek
teknoloji kullanılarak yapılan robot akrep karmaşık bir yapıya sahiptir. Buna
karşın, tasarımında birçok mühendis ve bilim adamının çalıştığı robot sadece
kendisine önceden verilen hedefe gidebilmektedir.
Hangi adımın önce atılacağını belirleyen
kontrol çipi
Kontrol ve sürücü çipi için 6 volt voltaj
regülatörü
Kontrol çipini yeniden programlamak için
kullanılan ara yüz
Pin başına 100 mAmp çeken sürücü çipler
Çiplerde arıza olduğunu gösteren işaret
lambaları
İki yönlü harekete izin veren R2
bağlantısı.
Bacak kası görevini üstlenen ünite
İki yönlü hava valfleri
Güç aktarım kablosu
Hava valflerini 6 barlık hava ile besleyen
dış hava kablosu
1. Robot akrep bir kaya ile karşılaşınca
ultrasonla kayayı araştırdıktan sonra akrep, üzerinden tırmanmak için çok
yüksek olduğuna karar verir.
2. Önünü kesen şeyden uzaklaşarak robot,
bir algılayıcı ile açıklık arayıp diğeri ile ileriye bakarak etrafını dolaşır.
3. Bir açıklık bulduğu zaman geçebileceği
kadar büyük olacağından emin olur.
4. Boşluktan geçtiği takdirde akrep
hedefine doğru ilerleyebilecektir.
s.169
Robo-lobster
s.171
Istakozun antenindeki tüylü doku
s.173
Doğada
basınçla hacim büyültüp küçülterek şekil değiştirme sıkça kullanılır. Solucan,
ahtapot, deniz yıldızı ve anemonlar bu konuda verilebilecek en iyi örneklerdir.
Oysa teknolojik aletlerde şekil değiştirme pek rastlanılır bir şey değildir.
Var olan sayılı örnekte bu iş için hidrolik basınç kullanılır. Hidrolik basınç
ağır nesneleri, mesela asansörleri kaldırmak için ince boruların içinde
uygulanır. Hidrolik adı verilen sıvı, asansörü yukarı itmek için silindire
pompalanır. Asansörü aşağı çekmek için de geri boşaltılır. Deniz yıldızları da
hareket etmek için hidrolik basıncı kullanırlar. Hayvan, kolları içinde
uzunlamasına yer alan tüp biçimli ayaklara sahiptir. Bunlar sıvıyla dolu olan
bir iç boru sistemine bağlıdır. Kaslar boruları sıkıştırdığında oluşan hidrolik
basınç, sıvıyı ayaklara gönderir. Deniz yıldızı kaslarını kullanarak hidrolik
kuvvetin vücudunda bir dalga hareketi oluşturmasını sağlar. İşte bu dalga
hareketi sonucu ayaklar bir ileri bir geri uzanarak deniz yıldızının
ilerlemesine olanak tanır.
s.178
Bitkilerin
bir kısmı ışığa karşı duyarlıdır. Bazıları hava kararınca günün ilk ışıklarına
kadar çiçeklerini kapalı tutar. Kimileri ise gündüz boyunca çiçeklerinin yüzünü
güneşe dönük tutar.
s.179
Yukarıda bir ışık sensörünün elektronik
devresi görülüyor. Devre çok sayıda elektronik parçalardan oluşur. Eğer tek bir
parça çıkarılacak olsa veya bağlantılardan biri değiştirilse devre
çalışmayacaktır. Bitkilerdeki ışık algılayıcıları da bu devre ile benzer
özelliğe sahiptir: Sistemdeki bir eksiklik bitkideki algılayıcıyı tamamen işe
yaramaz hale getirecektir.
s.180
Fiber optik kablo
Kablo
içinde yansıyarak ilerleyen ışık
s.181
Fiber optik teknolojisinin bulunduğu tek
canlı kutup ayısı değildir. Güney Afrika çöllerinde yaşayan Fenestraria
adlı bitki de bu özelliğe sahiptir. Bitkinin yapraklarının neredeyse tamamı
kumun altında gömülüdür. Fenestraria bu şekilde su kaybından ve otlayan
hayvanlardan korunur. Bitkinin her bir yaprağının ucu şeffaftır, ışık buradan
içeri girerek yaprakta ilerleyebilir.154
s.183
Anahtar 1
Anahtar 2
s.184
Anahtar kapalı, devre açık
Anahtar
açık, devre tamamlanmış
Akım
geçiyor
s.185
Salyangozun Kayaları Oyabilen Delme
Sistemi
Salyangozların
"radula" adı verilen dilleri, iri dişli bir eğe gibidir. Hayvan,
dilindeki bu tasarım sayesinde yaprak yüzeylerinde delik açabilir ya da
yosunları toplayarak yiyebilir.
Radulanın
üzerindeki dişler son derece serttir. Öyle ki bazı çöl salyangozlarının
radulaları kayalarda bile delik açabilecek sertliktedir.160
İnsanların tünel açmak için kullandıkları
kazıcı dev araçlar da radulalara benzer işler yapar. Ancak bu araçların ucu sık
sık aşındığı için değiştirilir. Ayrıca araç çok hantal olduğu için çoğu zaman
tünelden çıkarılması yerine tünelde açılan dev bir oyuğa gömülür.
s.186
Sinir hücresi
Elektrik kablosu
Yalıtkan
Miyelin
s.189
Havalandırma
Kanalları
Tünel Delme
Makinası
Metro Tüneli
Servis Tüneli
s.190
Yandaki resim bir kağıt fabrikasında
üretim sırasında yapılan işlemlerin tümünü sırasıyla gösteriyor. Eğer bu
aşamalardan sadece biri olmazsa kağıt üretimi yapılamaz. Tüm bu işlemlere
eşdeğer bir iş de yaban arısının birkaç santimetre boyundaki vücudunda
yapılmaktadır.
s.192
Bel
Omuz
Bilek
Dirsek
Kıvırma
Sallama
Yalpa
Yanda 6
çeşit hareket yapabilen bir robot kol görülüyor. Yukarıda ise filin hortumundan
örnek alınarak hazırlanan ve 32 çeşit hareket yapabilen robot hortum görülüyor.
Eğer filler kendi hortumları yerine bu yapay hortumu kullansalardı büyük
güçlüklerle karşılaşırlardı. Çünkü fillerin hortumu yapay hortumla kıyaslanamayacak
kadar büyük bir hareket kapasitesine ve yeteneğe sahiptir.
s.195
O, biri
diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman
(olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt)
göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir ; herhangi bir çatlaklık
(bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun ? Sonra gözünü iki kere daha
çevirip-gezdir ; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde
bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
s.200
Fransız biyolog
Louis Pasteur
s.201
Rus biyolog
Alexander Oparin
s.202
En son evrimci
kaynakların da kabul ettiği gibi, hayatın kökeni, hala evrim teorisi için son
derece büyük bir açmazdır.
s.205
Evrim teorisini
geçersiz kılan gerçeklerden bir tanesi, canlılığın inanılmaz derecedeki
kompleks yapısıdır. Canlı hücrelerinin çekirdeğinde yer alan DNA molekülü,
bunun bir örneğidir. DNA, dört ayrı molekülün farklı diziliminden oluşan bir
tür bilgi bankasıdır. Bu bilgi bankasında canlıyla ilgili bütün fiziksel
özelliklerin şifreleri yer alır. İnsan DNA'sı kağıda döküldüğünde, ortaya
yaklaşık 900 ciltlik bir ansiklopedi çıkacağı hesaplanmaktadır. Elbette
böylesine olağanüstü bir bilgi, tesadüf kavramını kesin biçimde geçersiz
kılmaktadır.
s.209
anten
bacak
gözler
ağız
Evrimciler
yüzyılın başından beri sinekleri mutasyona uğratarak, faydalı mutasyon örneği
oluşturmaya çalıştılar. Ancak on yıllarca süren bu çabaların sonucunda elde
edilen tek sonuç, sakat, hastalıklı ve kusurlu sinekler oldu. En solda, normal
bir meyve sineğinin kafası ve sağda mutasyona uğramış diğer bir meyve sineği.
s.211
Kretase dönemine
ait bu timsah fosili 65 milyon yıllıktır. Günümüzde yaşayan timsahlardan hiçbir
farkı yoktur.
Bu 50 milyon
yıllık çınar yaprağı fosili ABD çıkarılmıştır. 50 milyon yıldır çınar
yaprakları hiç değişmemiş, evrim geçirmemiştir.
İtalya'da
çıkarılmış bu mene balığı fosili 54 - 37 milyon yıllıktır.
s.216
SAHTE
İnsanın evrimi
masalını destekleyen hiçbir fosil kalıntısı yoktur. Aksine, fosil kayıtları
insanlar ile maymunlar arasında aşılamaz bir sınır olduğunu göstermektedir. Bu
gerçek karşısında evrimciler, gerçek dışı birtakım çizim ve maketlere umut
bağlamışlardır. Fosil kalıntılarının üzerine diledikleri maskeleri geçirir ve
hayali yarı maymun yarı insan yüzler oluştururlar.
s.219
Evrimcilerin
istedikleri tüm şartlar sağlansa bir canlı oluşabilir mi? Elbette ki hayır.
Bunu daha iyi anlamak için şöyle bir deney yapalım. Üsttekine benzer bir varile
canlıların oluşumu için gerekli olan bütün atomları, enzimleri, hormonları,
proteinleri kısacası evrimcilerin istedikleri, gerekli gördükleri tüm
elementleri koyalım. Olabilecek her türlü kimyasal ve fiziksel yöntemi
kullanarak bu elementleri karıştıralım ve istedikleri kadar bekleyelim. Ne
yapılırsa yapılsın, ne kadar beklenirse beklensin bu varilden canlı tek bir
varlık bile çıkaramayacaklardır.
s.223
Bir cisimden
gelen uyarılar elektrik sinyaline dönüşerek beyinde bir etki oluştururlar.
Görüyorum derken, aslında zihnimizdeki elektrik sinyallerinin etkisini
seyrederiz. Beyin ışığa kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin
bulunduğu yere kadar giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın
asla ulaşmadığı, belki de hiç karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir.
Ancak siz bu zifiri karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyredersiniz.
s.228
Geçmiş
zamanlarda timsaha tapan insanların inanışları ne derece garip ve akıl almazsa
günümüzde Darwinistlerin inanışları da aynı derecede akıl almazdır.
Darwinistler tesadüfleri ve cansız şuursuz atomları cahilce adeta yaratıcı güç
olarak kabul ederler hatta bu batıl inanca bir dine bağlanır gibi bağlanırlar.
ARKA KAPAK
Biyomimetik, canlılardan taklit anlamına
gelen ve özellikle son dönemlerde teknoloji dünyasında adından sıkça söz edilen
bir bilim dalıdır.
Gün geçtikçe gelişen ve teknoloji
dünyasına hakim olmaya başlayan bu bilim dalı, evrim teorisini savunanlar
açısından büyük bir hezimettir. Çünkü, hayali evrim ağacının en gelişmiş
canlısı olarak kabul ettikleri insanın, sözde kendinden daha ilkel olan canlıları
taklit etmeye çalışması evrimciler açısından içinden çıkılmaz bir durumdur.
Bugün pek çok bilimsel yayında, doğadaki
üstün yapılara ait tasarımların, insanlara ufuk açması açısından çok büyük bir
kaynak olduğu ifade edilmektedir. Örnegin ünlü Nature dergisinin 18 Ocak 2001
tarihli sayısında şöyle denilmektedir:
"Doğadaki mekanizmalar üzerinde yapılan
çalışmalar göstermektedir ki, filden proteine kadar pek çok yapı, tasarımcılar
ve mühendisler için zengin bir fikir havuzu oluşturmaktadır. Üstelik bu havuzun
derinliğini artırma potansiyeli de çok yüksektir."
Bu kitapta teknolojinin, doğadaki mükemmel
sistemleri örnek alarak katettiği gelişmeyi görecek, Allah’ın yarattığı
benzersiz tasarımlardan bazılarını detaylarıyla inceleyeceğiz.
YAZAR HAKKINDA: Harun Yahya müstear ismini kullanan Adnan Oktar, 1956 yılında Ankara'da doğdu.
1980'li yıllardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser
hazırladı. Bunların yanı sıra, yazarın evrimcilerin sahtekarlıklarını,
iddialarının geçersizliğini ve Darwinizm'in kanlı ideolojilerle olan karanlık
bağlantılarını ortaya koyan çok önemli eserleri bulunmaktadır.
Yazarın tüm
çalışmalarındaki ortak hedef, Kuran'ın tebliğini dünyaya ulaştırmak, böylelikle
insanları Allah'ın varlığı, birliği ve ahiret gibi temel imani konular üzerinde
düşünmeye sevk etmek ve inkarcı sistemlerin çürük temellerini ve sapkın
uygulamalarını gözler önüne sermektir. Nitekim yazarın, bugüne kadar 73 ayrı
dile çevrilen 300’den fazla eseri, dünya çapında geniş bir okuyucu kitlesi
tarafından takip edilmektedir.
Harun Yahya Külliyatı,
-Allah'ın izniyle- 21. yüzyılda dünya insanlarını Kuran'da tarif edilen huzur
ve barışa, doğruluk ve adalete, güzellik ve mutluluğa taşımaya bir vesile
olacaktır.